Aile İçi Şiddet
Aile İçi Şiddet
Bizi Takip Et
Şiddet, sosyal normları aşan ve çoğu kez şiddetin yöneldiği kişiye zarar verdiği için “suç” ile sonuçlanan agresif (saldırgan) davranıştır. Agresyon ise her zaman şiddet içermeyebilir ve çoğu kez yasalara aykırı değildir. Örneğin boks agresif bir spordur ve yasalara aykırı değildir. Oysa sokak kavgası şiddet içermektedir.
Şiddet günümüzde başlıca önlenebilir ölüm nedenlerinden biridir. Ne var ki her yıl tüm dünyada bir milyondan fazla kişi şiddet nedeniyle yaşamlarını yitirmektedirler. Bu sayıdan çok daha fazlası ise kalıcı ya da geçici bir biçimde sakatlanmakta daha da fazlası ise şiddet nedeniyle zihinsel düzeyde onarılması güç yaralar almaktadırlar.
Bütün bunlar buzdağının su üzerinde görülen kısmıdır. Kayıtlara, gazete-radyo-televizyon haberlerine geçmeyen, kimi zaman utanç, kimi zaman suçluluk, kimi zamansa korku nedeniyle bildirilmeyen hatta şiddet olduğunun bile farkında olunamayan ve normalleştirip yaşamın parçası durumuna getirilmeye çalışılan şiddet, görünen/saptanan oranlarla karşılaştırılamayacak kadar fazla olmaktadır.
Şiddeti temel olarak politik-sosyal-psikolojik boyutlarda ele almak mümkündür. Bu yazıda psikolojik boyutta şiddet, daha da öznel olarak aile içi şiddet ve kadına yönelik şiddet ele alınacaktır.
AİLE İÇİ ŞİDDET VE KADINA YÖNELİK ŞİDDET
Aile içi şiddet kendini aile olarak tanımlayan bir grup içinde zorlamak, aşağılamak, yoksun bırakmak, egemenlik sağlamak, güç göstermek, öfke ve gerginliği boşaltmak amacıyla aile bireylerinden bir veya birkaçından diğerine ya da diğerlerine yöneltilen her türlü şiddet davranışıdır. Görüldüğü gibi şiddetten kastedilen yalnızca “dayak” yani “fiziksel şiddet” değildir. Nitekim fiziksel olmayan şiddet biçimleri, son derece yaygın hatta bazen sistematik olarak kullanılmaktadır. Ne var ki ülkemizde şiddet uygulayan hatta uygulanan kişiler tarafından şiddet olarak tanımlanmamakta ve bu nedenle halen yeterince önemsenmemektedir. Oysa oluşturduğu sonuçlar açısından fiziksel şiddet gibi onarılması güç yaralar oluşturabilmektedir.
Aile içi şiddet ile kadına yönelik şiddet ise hem içerik hem de üzerine kurulduğu temel düşünce, inanış ve amaçlar yönünden farklılıklar gösterebilir. Bu nedenle aile içindeki siddeti
Aile içindeki bireylerin birbirlerine yönelik şiddeti
Kadına yönelik şiddet
olarak ayrıştırmak yerinde olur.
Aile içindeki şiddeti;
Ebeveynlerin birbirlerine yönelik olarak gösterdiği şiddet
Ebeveynlerin çocuklarına yönelik olarak gösterdiği şiddet
Çocukların birbirlerine yönelik olarak gösterdiği şiddet
Çocukların ebeveynlerine yönelik gösterdiği şiddet şeklinde alt bölümlerde incelemek gerekir.
Kadına yönelik şiddet ise;
Evlilik içi şiddet (kocanın eşine yönelik fiziksel, cinsel, duygusal ve ekonomik boyutlarda uygulayabileceği şiddet)
Ev içi şiddet (ailenin diğer bireyleri tarafından kadına yönelik şiddet)
“Ev içi şiddet”i genel şiddetten ayıran temel özellik, şiddetin kapalı kapılar ardında yani “mahremiyet”i ve “özel” liği olan bir ortamda gerçeklemesidir.
Ev dışında oluşan şiddette saldırganın dışardan gelecek bir direniş ve saldırılanı korumaya yönelik bir destekle karşılasma olasılığı yüksektir. Öte yandan ev içi şiddette; geleneksel kadın ve erkek rolleri, “aile işlerine karışmama” biçimindeki öğreti, kültürel özellikler, “ahlaki nedenlerle haketmiştir” biçimindeki değer yargıları ve kadının duygusal ve ekonomik bağımlılığı olayın boyutlarını daha görünmez ve tehlikeli bir hale getirmektedir.
Oysa evlilik yalnızca eşlerin özgür iradeyle yaptıkları bir anlaşma değil, devlet tarafından belirlenmiş maddelere dayalı bir sözleşmedir. Dolayısıyla kuralları kurumca belirlenmiştir ve bu kuralların çiğnenmesi suç oluşturmaktadır. Şiddet bu kuralların çiğnenmesi anlamına gelir.
Bu aşamada şiddete uğrayan erkeklerin de mevcudiyetinden söz etmek gerekir. Erkeklerin eşleri tarafından şiddete maruz kaldıklarını belirtmeleri sosyal baskılar ve kültürel nedenlerle daha da güç olmaktadır. Ancak araştırmalar şiddet uygulayanların %95 kadarının erkek, şiddete maruz kalanların %90’dan fazlasının ise kadınlar ve çocuklar olduğunu göstermektedir.
AİLE İÇİ ŞİDDET TÜRLERİ
Fiziksel Şiddet: Fiziksel gücün bireyin amaçları doğrultusunda bir yaptırım aracı olarak kullanılması anlamına gelir. Bunlar arasında işkence yapmak (bağlamak, odaya kapatmak, saçlarını kesmek, sigara söndürmek, hasta iken veya hamile iken yardım almasını engellemek gibi), bıçak/silah gibi zarar verme olasılığı olan nesnelerle tehdit etmek, itmek, yumruklamak, tokat atmak, eşya fırlatmak, tekmelemek, ısırmak gibi davranışlar sayılabilir.
Sözel Şiddet: Sözle veya eylem dökmeden eşi kontrol etmek ve onun üzerinde bir güç/egemenlik sağlamak amacıyla yapılan sindirmeye yönelik girişimlerdir.
Bunlar arasında en ağır olanları onun temel görevi olan anneliğine ve kadınlığına yönelik tekrarlayıcı eleştirilerdir.
Örneğin, “İyi bir eş olmadığın gibi kötü bir annesin” gibi,
“Benle evlenmeseydin fahişe olurdun” gibi,
“İşyerinde ve sosyal ortamlarda yalnızca benim eşim olduğun için değer gösteriyorlar” gibi.
Görüldüğü gibi amaç kadının kendine olan güvenini sarsmak ve bağımlılığını artırmak olmaktadır. Bunun dışında kadını küçük düşürmeye, kendilik saygısını azaltmaya yönelik etiketlemeler de sık yapılan sözel şiddet örnekleri olabilmektedir.
“Çok şişmansın”,
“Çirkinsin”,
“Zevksizsin”,
“Beceriksizsin” gibi.
Ekonomik Şiddet: Ekonomik gücü daha düşük olan, ya da olmayan eşe diğerinin yaptırım sağlamak amacıyla yaptığı baskı ve sindirme politikalarını içerir. Toplumumuzda pek çok kadın kocasının isteği üzerine çalışabilecek koşullarda olmalarına karşın çalışmamayı tercih etmekte, hatta bir bölümü eşlerinin isteği üzerine çalışmayı bırakmaktadırlar. Bu kadınların bir kısmı daha sonra eşleri tarafından üretime katkıda bulunmamakla ve evde “boşboş!..” oturmakla suçlanabilmektedirler. Oysa aynı kadınların ev içi düzeni sağlamaya yönelik büyük katkıları gözardı edilmektedir. Bazen erkekler eşlerinin işyerlerine giderek olay çıkartarak veya koşulları gereği zaman zaman işten eve gelişi geciken eşlerine tepki vererek de dolaylı yollarla kadının çalışmasına onay vermediklerini gösterebilecek davranışlarda bulunmaktadırlar.
Sık kullanılan ekonomik şiddet yöntemlerinden biri erkeğin kazandığı paranın miktarını eşine söylememesi, eşinden habersiz mal/mülk edinmesi ve kendi parası olarak düşündüğü gelirini, eşinin onayını almadan kendi yakınlarına vernesi biçiminde de gerçekleşebilmektedir.
Bütün bunların dışında eşinin maaşına veya gelirine ya da mal varlığına el koymak (ziynet eşyası, bankadaki para gibi), eşine çok kısıtlı bir para verip, bununla evin ihtiyaçlarını mükemmel biçimde karşılamasını istemek, kendisinin işe girme imkanları olduğı halde eşinin çalışmasını istemek ve eve para getirmesini beklemek de ekonomik şiddet türlerinden bazıları olmaktadır.
Cinsel Şiddet: İçeriği ve biçimi itibariyle diğer eşin istemi dışında gerçekleştirilen her türlü cinsel eylem şiddet içerir. Kanbağı olan kişiler arasında (aile içinde) gerçekleştirilen cinsellik ve evlilik içi tecavüz cinsel şiddetin en ağır biçimleridir.
Cinsel şiddete örnek olarak istenmeyen cinsel pozisyonlara zorlanmak, cinsellik öncesi eşini kendi istediği biçimde giyindirmek, zor kullanarak cinsel ilişkiye girmek, onun yanında başkalarına sürekli kur yapmak, eşine aşırı kıskançlık göstermek, onun cinsel becerilerini aşağılamak, “frijit” gibi sıfatlar kullanmak, acıtarak cinsel ilişkide bulunmak, onu başkalarıyla cinsel ilişkiye zorlamak, cinsellik sırasında eşinin istememesine rağmen pornografik materyallerden yararlanmak (pornografik filmler, DVD vs…), onu cezalandırmak için ilişkiye girmek ya da cezalandırmak amacıyla ilişkiye girmemek sayılabilir.
Duygusal Şiddet: Eşi baskı altında tutmak, sindirmek, ona kendi gücünü göstermek ve istediklerini yaptırabilmek amacıyla onun duygusal ihtiyaçlarını karşılamasına engel oluşturacak tutumları sürekli bir biçimde sergilemek anlamına gelir.
Bu tür şiddete örnek olarak eşinin kendi ailesini görmesini engellemek, kısa ve uzun süreli olarak çocuklarıyla bağlantısını kesmek, eşini önemli günlerinde (iş yemeği, ödül töreni, doğum günü gibi) amaçlı olarak yalnız bırakmak, sevgi/sefkat gibi temel gereksinimlerini özellikle karşılamamak, onun geçmişini ve ailesini aşağılamak, evden kovmak, sürekli olarak başkalarının yanında küçük düşürmeye yönelik sözler etmek ve davranışlarda bulunmak verilebilir.
KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN NEDENLERİ
Şiddet üzerine kurulduğu paradigmaya bağlı olarak değişik biçimlerde açıklanabilir. Ancak her bir paradigma, şiddete maruz kalan/bırakılan kadının sorununu ancak belirli bir düzeye kadar açıklayabilir. Çünkü teoriler gerçeğin acısını dindiremez. Esas olan şiddetin öğrenilmiş bir davranış olduğu ve bu yanlış öğrenmenin düzeltilmesi gerektiği gerçeğidir.
Toplumsal paradigma yönünden bakıldığında günümüz toplumları güç eşitsizliği üzerine kuruludur. Erkek üstünlüğü yüzyıllar boyunca tüm toplumsal kurumlara yansıtılmış ve erkeklere toplumda ‘güç’ üzerine dayalı bir konum/rekabet getirmiştir. Az gelişmiş toplumların erkeği ‘güçlü-akılcı-üretici’ olarak tanımlaması ve buna ilişkin beklentiler çağrıştırması, erkeğin eşine hakim olma ve onu yönetme rolünü üstlenmesine ve bunu sağlamak için gerekirse şiddeti amaca yönelik bir öğe olarak kullanmasına neden olmuştur.
Öğrenme modeline göre şiddet gösteren erkekler genellikle çocukluklarında kendileri şiddet görmüş ya da şiddete şahit olmuş kişilerdir. Başka bir deyişle şiddeti amaca ulaşmak doğrultusunda kullanılan doğal ve işe yarar bir strateji olarak görmektedirler. Onlara göre şiddet amaca ulaşmayı sağlayan bir yöntemdir. Hatta bu kişilerin bazılarında şiddet amaca ulaşmayı sağlayan kestirme bir yol olabilmekte ve bireyi sorun çözmenin diğer emek gerektiren yöntemlerini öğrenme zahmetinden kurtarmaktadır.
Psikoanalitik modeller ise şiddetin aslında bilinçdışı düzeyde her iki cinsiyette de benzer bir biçimde var olduğunu ancak erkek çocuğun anneden kopuşunu temsil eden ödipal dönemde yaşanan iğdiş edilme korkusunun erkek çocuklarda nefret ve şiddet duygularına zemin oluşturduğunu ileri sürer.
Kadına yönelik şiddetin başlıca nedenlerinden biri de ‘kültürel kalıp’larla aktarılan değerlere bağlıdır. Örneğin ‘erkeklik onuru’ ya da ‘kadın iffeti’ kavramları bunun en güzel örneklerini teşkil eder. Bugün hala pek çok ülkenin alt kültürel gruplarında erkeklik onuru, ailedeki kadınların ‘saflığına’ ya da ‘iffetine’ bağlıdır. Eğer bu saflık bir tecavüz olayı ile ya da kadının kendi isteği ile ‘yasaklanmış’ bir ilişkiye girmesiyle zedelenirse bunu tamir etmenin tek yolu kadının öldürülmesinden geçmektedir. Örneğin Mısır’ın İskenderiye kentinde yapılan bir araştırma, bir biçimde tecavüze uğrayan kadınların %47’sinin daha sonra akrabalarınca öldürüldüğünü ortaya koymuştur.
Aslında ‘ilkel’ ama ‘geleneksel’ olarak tanımlanan değerlerinde kadının şiddete uğramasındaki rolü çok önemlidir. Pek çok yörede kadını ‘dayakla terbiye etmek’ erkeklerin (eşlerin, babaların, erkek kardeşlerin) doğal bir hakkı olarak görülmektedir.
KADINA YÖNELİK ŞİDDETTE KADININ ROLÜ: İKİNCİL TRAVMALAR
Ne yazık ki kadına yönelik şiddete uygun bir zemin oluşmasında şiddete uğrayan kadının kendi rolü de küçümsenmeyecek oranda önemli olmaktadır. İkincil travma olarak da tanımlanabilecek bu olgu, kadının uğradığı şiddet nedeniyle kendisini suçlu/hatalı bulmasından kaynaklanmaktadır.
Klinik uygulamalar sırasında karşılaştığımız vakalar ve basında karşılaştığımız bazı haberler bu konunun öneminin vurgulanmasını gerektirmektedir.
Bilişsel kurama göre duygularımızı belirleyen olaylar değil, olaylara verdiğimiz anlamlardır. Başka bir deyişle bilişsel modele göre A noktasındaki olaya (uyaran), C noktasında verilen duygusal yanıtı (tepki) belirleyen, A ile C arasındaki B noktasında A olayı ile ilgili olarak yapılan yoruma bağlıdır. Örneğin A noktasındaki olayın tanıdık birinin selam vermeyişi olduğu düşünülecek olursa, C noktasında bu olaya yönelik farklı duygular ortaya çıkabilir. C noktasında “öfke” duygusu yaşanıyorsa; bu muhtemelen B noktasında selam vermeyişin “saygısızlık, ukalalık veya tenezzül etmeme” biçiminde yorumlanması ile ilgilidir. C noktasında “üzüntü” duygusu yaşanıyorsa; bu B noktasında bireyin “o da beni selam vermeye değer bulmadı veya benim değersiz biri olduğumu anladı” biçiminde yorumlanması ile ilgilidir. C noktasında “suçluluk” yaşanıyorsa; bu B noktasında bireyin “onu kıracak birşeyler yapmış olmalıyım” biçiminde düşünmesi ile ilgili olabilir. Eğer birey B noktasında “bana baktığı halde görmediğine göre dalgın ve dalgın olduğuna göre bir sorunu olmalı; gidip kendisi için birşeyler yapıp yapamayacağımı sorayım” biçiminde düşünürse, C noktasında daha empatik bir duygu ve yaklaşım ortaya çıkabilir. Başka bir deyişle B noktasında A olayı ile ilgili yapılan farklı yorumlar, C noktasında farklı duyguların ortaya çıkmasına neden olur.
Bu bakıştan yola çıkarak A noktasındaki olayın eşe yöneltilen şiddet (dayak) olduğunu varsayalım. C noktasında ne tür bir duygu yaşayacağımızı belirleyen B noktasındaki düşüncelerimiz olduğuna göre ve duygularımızda bir sonraki adımdaki tutum ve davranışlarımızı belirleyeceğine göre, bu A noktasındaki dayağı kadının ne şekilde algıladığı, onun dayak davranışına vereceği tepkiyi belirler. B noktasında dayağı
‘Onu çok öfkelendirdim, bu dayağı hakettim’,
‘Eminim bir daha olmayacak’,
‘Evlilikte dayak arasıra olabilir’,
‘Babam da annemi döverdi ama hep evli kaldılar’,
‘Annem de buna katlanmıştı, bende katlanabilirim’,
‘O sözü söylemeseydim, beni dövmezdi, hata bende…’,
‘Buna katlanmak zorundayım’,
‘İçkiliydi ondan oldu’,
‘Beni dövmesi beni çok sevmesinden kaynaklanıyor’,
‘Dövse de onu seviyorum’,
‘Dövüyor ama başka biriyle aldatmıyor’
biçimlerinde yorumlayan kadın olayın ciddiyetini anlayamamakta ve yaşananları normalleştirerek bir sonraki olumsuz deneyime zemin hazırlamaktadır.
Yani kadın bir yandan ilk travmanın (dayağın) acısını yaşarken, diğer yandan da kendini suçlayarak ikincil bir travmaya neden olmaktadır. Bu travmanın bir nedeni de kendisini çaresiz hissetmesidir. Çoğu kez gerek şiddet gösteren kişi, gerekse çevredeki yakınlar bu ikincil travmaların oluşumunu kolaylaştırmakta ve böylelikle hem kendi sorumluluk ve ‘suç’larını görememekte hem de kurbanın mevcut dayaktan kendisini suçlamasına neden olabilmektedir. Şiddet gösteren kişi ya da çevresel müdahaleler çoğu kez ‘Sen ne yaptın da seni dövdü?’ şeklinde sorular ya da ‘Beni öylesine öfkelendirdin ki kendimi tutamadım’biçimindeki açıklamalarla şiddet mağdurunun mevcut durumu tam olarak kavrayamamasına neden olabilmektedir. Oysa hiçbir açıklama şiddeti (öfkeyi) haklı kılamaz. Pek çok erkek engellendiği/öfkelendiği değişik ortamlarda (trafikte, patronuna/iş arkadaşlarına öfkelendiğinde, hakkı yenildiğinde) kendini kontrol edebilmekte ve şiddet içeren davranışlar sergilemeden yaşantılarına devam edebilmektedir. Bu noktada en önemli görev hem şiddet gösterene hem de ve özellikle şiddete maruz kalanlara şiddete asla tolerans gösterilmemesi gerektiğini öğretmek ve bu konu da gerekli yardımı almak konusundaki motivasyonlarını artırmak olmalıdır. Aile içi şiddet ve kadına yönelik şiddet TCK’nda da bir suçtur.
Prof. Dr. Mehmet Sungur
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
www.mehmetsungur.com.tr
İçeriği Paylaşın