Aynı Dili Konuşup Anlaşamamak…
Bizi Takip Et
Yolda, havaalanında, bankada ya da markette karşılaştığınız birisiyle bazen sudan sebeplerle tansiyonu yüksek bir tartışmanın içinde kendinizi bulduğunuz oluyor mu? Kimsenin hatasını kabul etmediği, özür dilemediği ve burnundan kıl aldırmadığı günümüzde çocukluğunuzun, gençliğinizin kibar ve nahif insanlarına özlem duyuyor musunuz?
Aynı dili konuşmanıza rağmen bir türlü anlaşamadığınız insanlar var mı hayatınızda? Anneniz ya da çocuğunuz… Belki eşiniz veya sevgiliniz… Belki arkadaşınız, komşunuz… Belki de iş yerindeki yöneticiniz ya da ekibinizdeki bir çalışanınız.
Ne kadar açık, net ve mantıklı konuşursanız konuşun karşınızdaki insana ulaşamadığınız oluyor mu? İfade etmek istediklerinizin tam tersini anlayan, sürekli aynı konuya takılıp kalan insanlar yüzünden bazen iletişimsizliğin girdabına, bazen de stresli bir tartışmaya sürükleniyor musunuz? Peki ya sonuç? Boşa geçen saatler, hayal kırıklığı, stresten yükselen tansiyonumuz, kızaran yüzümüz, hızlanan kalp atışlarımız, ağrıyan boynumuz, başımız. Bunca negatifliği hücrelerimizde hissederek stres topu olmaya değer mi gerçekten!
İLETİŞİMDEKİ KRİZ ANLARINDA DİEGO TAKTİĞİ
En büyük hatamız nedir biliyor musunuz? Herkesi kendimiz gibi sanmamız. Karşımızdaki kişinin bizimle aynı olgunlukta, aynı duygusal zekada ve ruhsal seviyede olduğunu düşünmemiz. Şu bir gerçek ki, çoğu insan kendi hayatındaki ruhsal travmaların, önyargıların, endişelerin, geçmişten gelen hayal kırıklıklarının gölgesinde iletişim kuruyor karşısındakiyle. Daha da kötüsü aslında o sırada sitem ettiği ya da kızdığı, tartıştığı kişiyi asla dinlemiyor. Odaklandığı tek şey kendi olumsuz iç sesi oluyor.
Kabul edelim sinirleri alınmış gibi davranmak zor ama imkansız değil. Aslında benim örnek almaya çalıştığım bir rol modelim var; köpeğim Diego. İnsan köpeğine hayran olup, onu örnek alır mı? Alıyor işte! Diego, iri cüssesiyle, koku alma yeteneğiyle, sezgileriyle, sahibini koruma içgüdüsüyle ve ailesine olan sevgisiyle mükemmel bir kurt köpeği. Üstelik çok zeki.
Küçük bir köpek havladığında asla ona karşılık vermez. Gözü ileriye odaklı başı hafif dik şekilde çığırtkan minik köpeği hiç ciddiye almadan yoluna devam eder. Minik köpek havladığıyla, nefesini tükettiğiyle kalakalır. Oğlum Diego gücünü bilir ama durduk yere de agresifleşmekten kaçınır. Sadece küçük köpeklere değil, kendinden daha iri ve güçlü köpeklere karşı da dikkatlidir. Bir gün dev gibi üç Çoban köpeğinin arasında kaldı. Bu tek başına baş etmekte zorlanacağı bir durumdu. Sakin ve bir o kadar da güçlü durdu ki, oğluma saldırmaya cesaret edemediler. Elbette bunun bir diğer nedeni de Diego’nun zekasını ve kendini koruma iç güdüsünü kullanıp saldırgan tavırlar içine girmemesiydi.
“BIRAKIN HAVLASIN!”
Oysa biz insanoğlu günlük hayatın içinde herhangi biriyle sudan bir sebep yüzünden ağız dalaşına girebiliriz. Mesela, kasada beklerken aradan sıyrılıp sırada önünüze geçmeye kalkan birini kibarca uyardığımızı düşünelim. Makul bir insan özür dileyip sıraya girer, konu kapanır. Oysa artık çoğu kişi hatalı olmasına karşın saygısız bir tavır içinde diklenebiliyor. İşte böyle durumlarda duracağımız yeri bilmemiz, stresimizi ve kızgınlığımızı bastırabilmemiz yani iletişimdeki kriz anlarında Diego taktiği uygulamamız çok önemli. Kendimizle aynı olgunlukta, aynı duygusal zekada ve ruhsal seviyede olmayan kişilerle tartışmak sadece tadımızı kaçırmaz, ruhsal, bedensel sorularına da beraberinde getirir. O yüzden diyorum ki, Diego taktiğini uygulayın. Bırakın havlasın!
Esra Kazancıbaşı Öztekin
sagligimicin@gmail.com
Not: Bu yazı Yenibirlik Gazetesinde yayımlandı.
İçeriği Paylaşın