Doktorlar ve Evhamlı Hastalar…


Bizi Takip Et


Bundan yaklaşık 25 yıl önce. Solaryuma girmeye karar veriyorum. Bronz bir tene deniz mevsiminden önce sahip olacağım için heyecanlıyım. Solaryum merkezinde 14-15 yaşlarında bir kız ilgileniyor benimle. Karşımda bir yetkili ya da uzman olmaması beni biraz tedirgin etse de, fazla önemsemiyorum. Çünkü aklım, solaryum seansları sonrasında esmerleşmiş tenimle daha sağlıklı, daha canlı görüneceğim günlerde. Kız beni solaryum odasına alıp çoğu arkadaşımın “tost makinesi” diye nitelendirdiği bir alete sokuyor. Yüzümde tatlı bir tebessüm. Yaşasın bronzlaşacağım! Fakat o da ne! Tam odadan çıkarken tüm dengemi alt üst eden o sözler dökülüyor dudaklarından: “Sakın, korkmayın olur mu! Eğer korkarsanız ya da bir şeye ihtiyacınız olursa bana seslenin”

İlk tepki olarak “Korkmak mı? Ne korkması! Neden korkayım ki!” diye geçiriyorum aklımdan. Ama hemen sonrasında  bambaşka bir ruh hali esir alıyor beynimi. “Korkacak bir şey var ki, kız bana korkmayın dedi. Demek ki, başkaları korkuyorlar. O zaman, benim de korkmamı gerektiren şeyler var” gibi yaptığım  çıkarım sonrasında bir anda ter içinde kalıyorum. Kalbim küt küt atmaya başlıyor ve panik içinde haykırıyorum: “Çabuk gelin, çıkarın beni buradan.”

Solaryum maceram daha başlamadan o gün bitiyor. Bir daha solaryum merkezine asla adım atmıyorum. Sağlığımızı, güzelliğimizi, kişisel güvenliğimizi  ilgilendiren durumlarda karşımızdakinin bir sözü iç dünyamızda böylesine fırtınalar koparıp, her şeyi altüst edebiliyor. Bu yüzden doktorların hastalarıyla konuşurken ağızlarından çıkan her bir kelimeyi özenli seçmeleri gerekiyor. Özellikle de benim gibi duygusal ve kaygıya eğilimli kişilerde.

TANSİYON ALETİ FOBİM NASIL BAŞLADI?

Yine kendimden bir örnek! 6-7 yıl kadar önce 18 tansiyon, 180 nabız ile gittiğim hastanede “atriyal fibrilasyon” tanısı alıyorum. Taburcu olduktan sonraki ilk kontrolümde oldukça stresliyim. “Kardiyoloji uzmanı kalbimi ve ritmini nasıl bulacak acaba?” Elektroma bakarken, EKO yaparken sürekli doktorun beden dilini, mimiklerini inceliyor, bunlardan bir anlam çıkartmaya çalışıyorum. Büyük tansiyonumu 13 olarak ölçünce yüzü biraz ekşiyor. “Bugün ilacınızı aldınız mı? Aman dikkat edin! Atriyal fibrilasyon açısından hipertansiyon önemli bir risk faktörüdür” diyor.  İşte, tansiyon ölçümleri konusunda bittiğim an! Ertesi gün “Ya yine 13 çıkarsa!” diye kaygıyla tansiyon aletini elime alıyorum. 14 çıkıyor bu sefer. Hekimin sözleri kulaklarımda yankılanıyor. Endişe içinde beş dakika sonra bir daha ölçüyorum tansiyonumu. Bu seferki sonuç 15. Üst üste yaptığım ölçümlerde tansiyonum giderek yükseliyor ve sonuçta 18’i görüyorum. Ve, tansiyon aletine karşı fobiyle de böylelikle tanışıyorum.

Doktorların hasta psikolojisine göre iletişim kurmaları bence son derece önemli. Hastalarıyla göz göze iletişim kuran, onun endişelerine empati yapabilen, beden dilinin sinyallerini iyi okuyabilen doktorların yanında kendimi çok rahat hissediyorum. Uzmanlık alanındaki deneyimi ve iyi hekimliğiyle Türkiye sınırlarının dışına taşıp, dünya tıbbının tanıdığı bir isim bile olsa, korkutucu mesajlar veren, her şeyin en kötüsünü şak diye söyleyen hekimlerin hastası olmak istemiyorum. Kaç yaşına gelirse gelsin, içimde ürkek minik bir kız çocuğu var çünkü. Ve o çocuk, doktorunun yanında kendini güvende hissetmek istiyor. Bu yüzden hekim, diş hekimi değiştirdiğim çok olur. Tabii, burada hekimin iletişim tarzından çok, benim gibi kaygıya eğilimli hastaların psikolojisinin belirleyici bir faktör olduğu bir gerçek! Diğer tarafta ise evhamı, endişesi olmayan pek çok hasta var. Onları doktor tercihlerini sorgulamaya iten neden ise, hekimlerin hasta ve hasta yakınlarıyla kurduğu yanlış iletişim. İyi bir hekim, ameliyat olmaya, stent taktırmaya ya da endoskopi yaptırmaya gelen hastasını neden kaçırır? Yarınki yazımda.

Esra Kazancıbaşı Öztekin

sagligimicin@gmail.com

Not: Bu yazı Yenibirlik Gazetesinde yayımlandı.


İçeriği Paylaşın