Kanserde Alternatif Tedaviler

Kanserde Alternatif Tedaviler

Kanserde Alternatif Tedaviler

Bizi Takip Et


Geçtiğimiz yüz yıl modern tıp ve alternatif tıbbın karşılıklı birbirini ret eden yaklaşımı ile geçmiş, ancak 20. yüzyılın sonlarında bu iki yaklaşım kısmen bir barış içine girmiş ve birbirlerini sorgular olmuşlardır. Yüzyılın son yarısında modern tıp uygulamalarında ciddi gelişmeler alternatif tıp uygulayıcılarını kendi uygulamaları ile modern tıp yöntemlerini entegre etmeye zorlamıştır. Aynı zamanda modern tıp uygulayıcıları ise alternatif tedavi yöntemlerini doğrudan ret etmek yerine bilimsel çerçevede sorgulamaya ve hastaya katkı sağlayabilecek kanıtlanmış uygulamaları (özellikle yaşam kalitesine katkı sağlayan yöntemleri) klinik pratiklerine entegre etmeye başlamışlardır. Kuşkusuz ki kanser gibi takip ve tedavi süreci son derece güç olan bir hastalık seyrinde hastaya katkı sağlayacak (tedavi başarısına veya yaşam kalitesine) güvenilir ve uygulanabilir, maliyet etkin yöntemlerin aranması ve denenmesi kaçınılmaz olacaktır. Tüm bu çabalar bilimsel ve etik uygulamalar eşliğinde olmalıdır. Aksi takdirde tüm dünyada olduğu gibi ciddi bir bilgi ve deneyime ihtiyaç duyulmaksızın uygulanabilecek yöntemlerden olan alternatif tıp uygulamaları hem hastaların sağlığına zarar verirken aynı zamanda uygulayıcılarına haksız kazanç ve ülkemize de ekonomik kayıp oluşturacaktır.

Amerika Birleşik Devletleri’nde zaman içinde artan ve son yıllarda topluma 40 milyar dolar maliyeti aşan alternatif tedavi yöntemleri (vitaminler, bitkisel ürünler, çeşitli beyin-vucut teknikleri) ulusal stratejilerin gelişmesine ve bu yöntemlerin bilimsel çerçevede sorgulanmasına neden olmuştur. ABD’de bu alan için Ulusal Kanser Enstitüsü (National Canser Institute) ne bağlı kanser tamamlayıcı ve alternatif tıp ofisini (OCCAM) ve ulusal sağlık enstitüsü (National Institute of Health) ‘ne bağlı ulusal tamamlayıcı ve alternatif tıp merkezini (NCCAM) kurmuş ve bu kurumlar aracılığı ile bilimsel çerçevede çok sayıda yöntemi sorgulamıştır. Amarika’ya 2004 yılında kurulan Entegratif Onkoloji Derneği (Society for Integratif Oncology) bu alanda ortaya çıkan kanıtlardan yola çıkarak 2007 yılında bir rehber hazırlamıştır. Bu rehber hekim ve hastalara tamamlayıcı ve alternatif tedaviler konusunda bilimsel kanıtlar eşliğinde öneriler sunmaktadır.

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de tamamlayıcı ve alternatif tıp yöntemleri konusunda bir kavram karmaşası yaşanmaktadır. Bu nedenledir ki bu kavramlar birbirinden ayrı kullanılmalı ve açıkça tanımlanmalıdır.

KANSERDE TAMAMLAYICI TIP YÖNTEMLERİ

Günümüze değin biline gelen alternatif tıp yöntemlerinin (destek ve tedavi amaçlı) bilimsel yöntemler ile yapılan karşılaştırmalı klinik çalışmalar sonrası güvenli ve etkin bulunan, doğrudan kanser tedavisini hedeflemeden kanser ve kanser tedavilerinin yan etkilerini azaltmayı hedefleyen uygulamalardır. Dünyada kabul gören bu tür uygulamalar çoğunlukla kanserde destek tedavi uygulamaları ve yaşam kalitesini artırmaya yönelik uygulamalar ile sınırlıdır. Mevcut bilgi birikimi doğrultusunda bu yöntemlerin birincil tedavi (kanseri tedavi etme) yöntemi olarak kullanımları söz konusu değildir.

KANSERDE ALTERNATİF TIP YÖNTEMLERİ

Çoğunlukla geleneksel tıp uygulamalarını ret eden ve/veya ikinci planda tutan iyi klinik çalışmalar ile kanıtlanmamış, kanser tedavisinde başarılı olduğu iddiası ile hastalara sunulan yöntemlerdir. Bu uygulamalar tamamlayıcı tıp uygulamalarının aksine hastaları modern tıptan uzak tutmayı hedeflemektedir. Son yıllarda ülkemizde profesyonel gruplar (hekim ve hekim dışı) alternatif tıp alanındaki ekonomik rantı görmüş ve bu alanda adeta bir yatırım yarışına girmişlerdir. Bu gruplar hasta ve yakınlarının umut arayışlarını ve bilgisizliklerini de kullanıp rahatsız edici ve tepkileri üstlerine çekici deyim olan alternatif tedavi ürünleri yerine tamamlayıcı tedavi ürünleri adı altında ürünlerini ve yöntemlerini pazarlamaya başlamışlardır.

MODERN TEDAVİ İLAÇLARI NEREDEN GELİYOR?

Alternatif tıp uygulayıcılarının en önemli argümanları modern ilaçların sentetik olduğu, hastalara faydadan çok zarar verdiği, buna karşın doğal ürünlerin daha güvenli ve hastaya şifa sunduğu, doğanın bu konuda yok sayılamayacağı söylemlerinden oluşur. Bir takım özel mistik formüller ile bunlar süslenerek hastalara umut olarak sunulmaya çalışılır. Oysa modern ilaçların bulunması ve uygulamaya kadar geçen aşamaları göz önüne alındığında bu söylemler kolayca bertaraf edilebilir. Mevcutta kullanılan ilaçların yaklaşık yüzde 50’si Amerikan Ulusal Kanser Enstitüsü (NCI) çalışmaları sonucu kullanıma girmiştir. NCI, umut vaad eden ilaç ve bileşikleri resmi laboratuarlardan, araştırma enstitülerinden tüm dünyadaki şirketlerden talep ederek veya kendi bilim adamları tarafından yıllık literatürleri tarayarak elde eder ve belirler. Bir diğer kaynak; tüm dünyada ilişki içinde oldukları ajanslar aracılığı ile binlerce bitki, deniz organizması toplanır ve NCI laboratuarlarına tümör tarama testlerinde araştırılmak üzere yollanır. Şu ana kadar NCI 140.000’den fazla sentetik kimyasal ve 80.000 bitkiden elde edilmiş doğal ekstreler, deniz ürünlerinden elde edilen yapılar ve diğer biyolojik materyaller potansiel antitümöral etki olasılığı için araştırılmıştır. Umut vaad eden ve doğadan elde edilen bu moleküller 3 tümör hücre kültüründe test edilir. Herhangi birine etkili ise 60 kanser hücre kültür panelinde test edilir. Bu çoklu taramada ilaç tek bir mekanizma/yol ile hücre ölümüne neden oluyorsa bu anlamlı bulunur. Yaklaşık yılda 2500 bileşik test edilir. Bunların sadece yüzde 2’si fare çalışmalarına uygun bulunur. Her yıl elde edilen yaklaşık 150-200 bileşik fiber tüp yöntemi ile canlı farede denenir. Her ilaç fiber tüp yöntemi ile iki ayrı dozda 12 farklı tümör hücre gurubunu taşıyan farelerde test edilir. Daha sonra xenograft modelde test edilir (antitümör aktivitesi için  ~30 gün alır). Daha sonra toxikoloji çalışmaları yapılır; ilaç nerede metobolize oluyor, ne sıklıkta kullanılmalı, ne yola (oral ? IV?) kullanılmalı saptanmaya çalışılır. Bu seviyeye gelirse NCI 250-500.000 dolar kaynak ayırır, 2 tür hayvanda tekrar toxicology profili değerlendirilir ve sonrası onay alınarak insanda faz I çalışmaya geçilir. Faz I çalışmada etkin bulunan ilaçlara milyon dolarlar düzeyinde araştırma maliyetleri ayrılarak faz II ve III çalışmaları tamamlanır. Etkin bulunan ilaçlar ise ulusal kuruluşlarca onaylanarak (FDA, EMEA, Sağlık Bakanlığı) endikasyonu doğrultusunda kullanıma sunulur. Tüm bu yolların alternatif tıp uygulayıcıları tarafından aşılması mümkün değildir. Bununla birlikte alternatif tıp alanında kullanılan en popüler bitkisel ilaçlarından potansiyel umut taşıyanları ise modern tıp uygulayıcıları tarafında sorgulanmış ve iyi dizayn edilmiş çalışmalarda anlamlı sonuçlar elde edilememiş ve bu alanda kullanımı destek görmemiştir. Bu tip ilaçlara en iyi örnek; ökse otu ekstresi (mitsel veya ıskador), kantaron otu, aloa vera, zakkum, reishi mantarı sayılabilir. Bu gün Avrupa ve Türkiye’de birçok web sayfasında bu ürünlerin kanser hastalarına bir umut olarak sunulduğu ve uygulandığı görülebilir. Modern tıbbın son yıllarda doğadan elde edilen kanser ilaçları dışında doğrudan kansere dönüşen hücrelerin hücre içi ve dışı mekanizmaların incelenmesi ve hücrenin kontrolsüz büyümesini uyaran veya bozulmuş engelleyici basamakların tanımlanması ile olmuştur. Bu tanımlanan mekanizmalara yönelik geliştirilen çoğu antikor özelliğindeki ilaçlar (hedeflenmiş veya akıllı ilaçlar) ise neredeyse birçok kanser türünde etkinlikleri son derece anlamlıdır. Kronik myelösiter lösemi, lenfoma, gastrointestinal stromal tümör, meme kanseri, böbrek hücreli kanser, bunlardan sadece bir kaçıdır. Bu hastalıklarda kemoterapiler ile bu grup ilaçların kombinasyonu ile elde edilen sonuçlar ise neredeyse bir devrim niteliğindedir. Kanser tek bir hastalık değildir. Aynı histoloji ve aynı evreye sahip kanserli bir hastada bile bu gün birçok alt tip ve genetik farklılıklar ortaya konmuş ve tedaviler bireyselleşmiştir. Tüm bu gelişmeleri yok sayarak sınırlı bilgi düzeyleri ve birkaç eskimiş argümanlar ile bireylerin alternatif tıp alanına yönlendirmesi insan haklarının ihlali olup artık günümüz koşullarında bir suç sayılmalıdır.

Amerikan İntegratif Onkoloji Derneği (SIO) tarafından 2007 yılında yayınlanan integratif (bütünleyici) tıp uygulamaları rehberi önerileri;

Hastaların hepsine TAT kullanıp kullanmadığı sorulmalı.

Hastaların hepsine TAT hakkında kanıta dayalı rehberler sunulmalı.

Beyin-Vucut modaliteleri anksiete, mood bozuklukları, kronik ağrı ve yaşam kalitesini artırmak için önerilmeli.

Kemoterapiye bağlı erken bulantı kusmada, yanıt alınamıyorsa akapunktur önerilmeli.

Radyoterapiye bağlı ağız kuruluğunda akapunktur önerilmeli.

Masaj onkoloji alanında eğitimli masaj uzmanlarının yapması koşulu ile önerilmeli (anksiete, ağrı, lenf drenajı).

Kanserli hastalarda sigara klasik yöntemler ile bırakılamıyorsa akupunktur önerilmeli

KT sırasında egzersiz fiziksel ve mental fonksiyonlara katkı sağlar, önerilmeli.

Yüksek doz C vitamini ve A vitamininden kaçınılmalı.

BİTKİSEL ÜRÜNLER VE VİTAMİNLER

Bitkisel ürünler ve vitaminler neredeyse tüm dünyada en popüler olan tamamlayıcı ve alternatif tıp yöntemlerindendir. Vitaminler ve yüksek doz vitamin kullanımı geçtiğimiz 20 yılda antioksidan özellikleri, yaşlanmayı önleyici özellikleri ile fazlasıyla gündemde kaldı ve ülkelerin ciddi ekonomik kayıplarına neden oldu. Son 5 yılda yapılan çok sayıda iyi dizayn edilmiş klinik ve gözlemsel çalışmalarda toplumun bu ürünlere ulaşabilen kesimlerinin ekonomik düzeylerinin orta ve üst düzey olduğu, bu insanların vitamin eksikliği taşımadan bu ürünleri kullandıkları, bu sentetik ürünlerin antioksidan özelliklerinden çok potansiyel prooksidan etkileri ile karşı karşıya kaldıkları, beklenmeyen son derece olumsuz sonuçların gözlendiği saptanmıştır. Bunlara sigara içen bireylerde A vitamini, beta karoten ve E vitamini kulanımı ile akciğer kanserinden ölümlerin arttığı veya en azından yarar sağlamadığı, yüksek doz multivitamin alan erkeklerde dirençli prostat kanserleri, bayanlarda ise cilt kanserine yatkınlık gösterdiği saygın tıp dergilerince yayınlanan çalışmalarda işaret edilmiştir. Tedavi altındaki kanser hastalarında kullanılan antioksidan ürünlerin ve vitaminlerin tedavi etkinliğini azalttığı yönünde veriler giderek artmaktadır. Tüm bunlar ortaya koymuştur ki gerek sağlıklı gerekse kanserli bireyler gerekli ve eksikliği görülmediği sürece tedavilerini sürdüren doktorlarının önerilerinden bağımsız bu tür ürünlerden uzak kalmalı, mümkün olduğunca vitamin ve antioksidan gereksinimlerini zengin mikronutrientleri içinde barındıran sebze ve meyvelerden almalıdır. Bitkisel ürünler ise ülkemizde de son yıllarda yoğun bir ticari alan elde etmiştir ve hızla da bu sektör yabancı ve yerli ürünlerin kullanıma sunulması ile büyümektedir. Bu ürünlerin suiistimalinde en önemli sorun ruhsatlarını tarım bakanlığından almaları ve bir ilaç değil gıda maddesi şeklinde pazara sunulmasıdır. Aşağıda tabloda yer aldığı gibi bu ürünler aktif tedavi alan hastalarda hemen birçok kanser ilacı ile etkileşmekte, ilacın yan etkisini artırmakta veya kimi zaman etkinliğini azaltmaktadır. Ayrıca bitkisel ürünlerin hemen çoğunluğu bir takım yan etkilerde içerir. (tablo1-2)  Kanserde tedavi ve/veya destek tedavi amaçlı çok sayıda bitkisel ürün klinik çalışmalar ile denenmiş zencefilin bulantıyı azaltıcı etkisi dışında pratik uygulamaya girecek bir ürün kanıtı ortaya konamamıştır.  Bu gün ülkemizde hekim kimliği taşıyan bireylerin ve alternatif tıp uygulayıcılarının bu ürünlere yönelik olumlu söylemlerini destekler iyi klinik çalışmalar maalesef yoktur ve iddiaları ancak invitro çalışmalar hayvan çalışmaları ve kendi bireysel gözlemlerine dayanmaktadır. Tıpta gelişmeler bireysel hekim gözlemleri, hayvan modelleri ve hücre kültür çalışma sonuçlarının rutin klinik pratiğe yansıtılması sonucu ortaya çıkabilecek olumsuz olayları kabul edemeyecek düzeyde tanımlanmış ve gelişmiştir.

Sıkça kullanılan bazı bitkisel ürünlerin etkileştiği kanser tedavi ajanları; tablo 1

Sarımsak (Garlic) Decarbazin ile kullanımından kaçınılmalı (CYP2E1 inhibisyonu)
Mabet ağacı (Gingko) çok sayıda kemoterapi ajanı ve EGFR-TKİ ile etkileşir (CYP3A4 ve CYP2C19 inh.)
Mor koni çiçeği (Echinacea) çok sayıda kemoterapi ajanı ve EGFR-TKİ ile etkileşir. (CYP3A4 induksiyon)
Soya Tamoxifen (antagonism of tumor growth inhibition), ve ER pozitif meme kanseri ve endometrium kanserinde kullanılmamalı.
Ginseng çok sayıda kemoterapi ajanı ve EGFR-TKİ ile etkileşir (CYP3A4 inhibisyonu), ER pozitif meme kanseri ve endometrium kanserinde kullanılmamalı.
Sarı kantaron (St. John Worth) Neredeyse tüm kemoterapiler ile etkileşir. (CYP2B6, CYP2C9, CYP2C19, CYP2E1, CYP3A4, and P-glycoprotein indiksiyonu), irinotekanın aktif metabolitinin düzeyini azaltır ve siklofosfamid plazma konsantrasyonunu azaltır.
Kediotu (Valerian) çok sayıda kemoterapi ajanı ve tamoksifen ile etkileşir. (CYP2C9 inhibisyonu, CYP2C19 indüksiyonu)
Kaya koruğu (Kava) çok sayıda kemoterapi ajanı ve EGFR-TKİ ile etkileşir. Hepatotoksisitede ciddi sorun yaratabilir. (CYP3A4 induksiyonu)
üzüm çekirdeği (GrapeS.) çok sayıda kemoterapi ajanı ve EGFR-TKİ ile etkileşir (CYP3A4 indüksiyonu)

 

Sıkça kullanılan bitkisel ürünlerin gözlenen yan etkileri; tablo 2

Kantaron otu (St. John’s wort) Bulantı, hipersensitivite
Kaya koruğu (Kava) Cilt ve tırnaklarda renk değişikliği, hepatik fonksiyon bozukluğu
Koni çiçeği (Echinacea) Hypersensitivite (anaflaksi dahil)
Saw palmetto Diare, konstipasyon,  baş ağrısıs, hipertansion, bulant, uriner reatnsiyon
Ginseng Diare, baş ağrısı, hipertansiyon, insomnia, bulantı, kanamaya eğilim, hipoglisemi
Yeşil çay (green tea) Bulantı, insomnia, diare, konfüsion
Hydrazine sulfate Hepatorenal yetmezlik
Köpek balığı kıkırdağı (Shark cartilage) Hepatit, bulantı, konstipasyon
Sarımsak Kanamaya eğilim
ökse otu (mistletoe) Hepatotoksisite, anaflaktik şok
Antineoplaston Somnolans, konfusion

 

HEKİMLERİN TAMAMLAYICI VE ALTERNATİF TIP UYGULAMALARINDA ETİK BAKIŞI NASIL OLMALI?

Hekimler bu tür yöntemleri değerlendirirken; hastanın tercih hakkına saygıyı (autonomy), zarar vermemeyi (non-maleficence), yararlı olmayı (beneficence) ve hakkaniyeti (justice) gözetmeli. Aşağıdaki tabloda mevcut yöntemi ait olduğu yere bilimsel veriler doğrultusunda koyup hastaya öneride bulunmalıdır. Ülkemizde tamamlayıcı ve alternatif tıp alanda istenmeyen faaliyetlerin önlenmesi amacı ile yapılabilecekler;

Tamamlayıcı tıp alanında

1- üniversitelerde tamamlayıcı tedavi yöntemlerinin akademik düzeyde irdelenmesi ve pratiğe yansıtılması yönünde çabalar

Bu alanda bilim dallarının kurulması

İlgili alanlarla entegre onkoloji klinik uygulamalarının geliştirilmesi

Halka ve hekimlere yönelik ulusal eğitim programlarının başlatılması,

Bu alanda yapılacak akademik çalışmaların etik koşullar doğrultusunda desteklenmesi

2- Kurullarca desteklenen ve güncellenebilen, halka ve hekimlere yönelik, kanserde tamamlayıcı tıp alanında uygulanabilecek yöntemlerin ve yeni bilgilerin kurulacak web sayfası aracılığı ile duyurulması.

Alternatif tıp alanında

1-Medyadaki ( web sayfası, tanıtıcı broşürler, kitaplar, radyo ve televizyon haber ve programları kanser ve kanser tedavisi kelimelerinin yer aldığı tüm duyuruların denetim ve kontrolü; gerektiğinde engellenmesi

RTüK tarafından

Sağlık Bakanlığınca oluşturulan onkoloji uzmanlarının yer aldığı danışma kurullarınca

Türk Tabibler Birliği Etik kurullarınca; özellikle hekim kimliği altında alternatif tıp hizmeti veren, tanıtım yapan ve hastaların modern tıptan uzak kalarak tedavilerinde aksamaya neden olan bireylere yönelik takip, uyarı gerektiğinde ve gerektiğinde cezalandırılmaları.

Uygun olmayan yöntemler ile klinik açan, işleten ve hastaların kanıtlanmış tedavilerden uzak kalmasına neden olan hekim ve hekim dışı gruplara yasal müeyyidelerin uygulanması.

Ozon Tedavisi

Diğer sık kullanılan adları: oksijenasyon tedavisi, hiperoksijenasyon, biyooksidatif tedavi, oksidatif tedavi, ozon tedavisi, otohemoterapi, hidrojen peroksit tedavisi, oksidoloji, oksi-tıp. Bilimsel/tıbbi adları: O3 (ozon), H2O2 (hidrojen peroksit) Tanımı Oksijen salımı yapan maddelerin vücuda verilmesi ile kanda oksijen düzeyini artırarak etki oluşturmayı hedefleyen bir tedavi metodudur. Uygulanan ekstra oksijenin vücutta hastalığa neden olan hücreleri yok etme kapasitesini artırdığına inanılmaktadır. Oksijen tedavisinde en sık kullanılan bileşiklerden ikisi hidrojen peroksit ve oksijenin kimyasal yönden aktif bir formu olan ozondur. Bu tedavi tipi, oksijenin yaygın tıbbi kullanım yolundan (solunan hava içerisindeki oksijen miktarının artırılması) farklıdır. Ayrıca, basınçlı oksijen gazının kullanıldığı hiperbarik oksijenden de farklıdır.

Genel özet

Eldeki bilimsel kanıtlar oksijen salımı gerçekleştiren kimyasalların insan vücuduna verilmesinin kanser tedavisinde etkili olduğu görüşünü desteklememektedir. Bunun tehlikeli olması bile mümkündür. Bu yöntemin kullanılması sonucu hastanın kaybedildiği durumlar bildirilmiştir.

Kullanımı nasıl tanıtılıyor?

Değişik oksijen tedavisi türleri, aralarında belli kanser tipleri, astım, amfizem, AIDS, artrit, kalp ve damar hastalıkları, multipl skleroz ve Alzheimer hastalığının da olduğu onlarca hastalık için alternatif tedavi olarak tanıtılmaktadır. Ancak bu hastalıkları iyileştirdiği yönünde kabul gören bilimsel kanıt elde edilememiştir. Birkaç olgu sunumu ve az sayıda olumlu yönde yayınlar ise son derece kuşku taşır. Yöntemin bazı destekçileri kanser hücrelerinin düşük oksijenli ortamlarda büyüdüğünü iddia etmektedir. Bu kişilere göre vücuda oksijen ilave edilmesi kanser hücrelerinin yaşayamadığı, oksijen yönünden zengin bir ortam oluşturuyor. Bu tedavi türünü destekleyenlerin iddiasına göre tedavi vücuttaki tüm hücreler için enerji artışı sağlıyor, antioksidan üretimini teşvik ediyor ve bağışıklık sistemini güçlendiriyor.

Yöntem ne içeriyor?

Ozon gazı hava veya sıvılarla karıştırılarak vücuda verilebilmektedir. Basınç altında rektum, vajina veya vücuttaki diğer boşluklardan içeri verilerek veya kas içine veya deri altına enjekte edilerek uygulanmaktadır. Otohemoterapi diye adlandırılan bir yaklaşım kapsamında uygulayıcı ozonu özel bir cihaz kullanarak hastadan alınmış bir miktar kan içerisine ilave eder. Sonra bu kan hastanın vücuduna geri verilerek yöntem uygulanır. Konvansiyonel tıpta ve ilk yardımda, derideki yaralara seyreltilmiş hidrojen peroksit çözeltisi uygulanmaktadır. Bazı uygulayıcılar makattan, vajinal, nazal sprey veya kulak damlası olarak kullanımını da önermektedir. Tedavi sıklığı birkaç hafta boyunca haftada üç defa ila birkaç ay boyunca haftada bir defa arasında değişen uygulamalar şeklindedir.

Geçmişi nereye dayanıyor?

Oksijen salımı gerçekleştiren maddelerin vücuda verilmesi yönteminin geçmişi birçok değişik kaynağa uzanıyor. Ozona duyulan ilgi 1800’lü yılların ortalarında Almanya’da kanı saflaştırdığının iddia edildiği günlere kadar gidiyor. Birinci Dünya Savaşı sırasında ozon doktorlarca yaraların, ayak donmasının ve zehirli gazın etkilerinin tedavisinde kullanılmıştır. 1920’lere gelindiğinde ozon ve hidrojen peroksidin deneysel olarak grip tedavisinde kullanıldığını görüyoruz. Oksijen salan maddelerin tıbbi kullanımına ilişkin en eski anlatımlardan biri Dr. I.N. Love’ın Amerikan Tıp Derneği Dergisinde 1888 yılında yayınlanan bir makalesidir. Makalesinde Dr. Love hidrojen peroksidin difterili bir çocukta burundan ve gırtlaktan irinin giderilmesinde faydalı olduğu bir olguyu tarif ediyor ve hidrojen peroksidin “rahim kanserinde; temizleyici, koku giderici ve iyileşmeyi uyarıcı” olarak kullanımını tavsiye ediyor. Ancak bu yayında hidrojen peroksitle tedavi edilen hastaların plasebo gruba göre daha uzun mu yaşadığı veya hidrojen peroksidin rahim kanserlerinin küçülmesine veya kaybolmasına sebep olduğuna dair detaylar yer almıyor. 1920 yılında hidrojen peroksit enjeksiyonlarının bir viral pnömoni salgını sırasında hastaları tedavi etme amacı ile kullanıldığı bilinmekle birlikte yararı konusunda bilgi sınırlıdır. 1919 yılında Detroitli bir hekim olan Dr. William F. Koch, kansere tek bir toksinin sebep olduğunu ve hastalığın bu toksinin giderilmesiyle önlenebileceği veya geri döndürülebileceğini öne sürmüştür. Bunu başarmak için Dr. Koch hastalarda kas içine enjekte edilebilen glioksilit adlı bir oksijen bileşiği geliştirdiğini iddia etmiştir. Dr. Koch ve takipçileri glioksilidin (glyoxylide) kanser hücrelerini oksijen absorbe etmeye zorladığını ve bunun da kansere sebep olan toksinin vücuttan atılmasına yardımcı olduğunu iddia etmiştir. 1942 yılında ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) Dr. Koch’a glioksilitle ilgili yalan iddialarda bulunduğu suçlamasını yöneltmiştir. Mahkeme FDA’nın suçlamalarını kabul etmiş ve 1963 yılında Kaliforniya Kanser Danışma Konseyi glioksilit tedavisinin “kanserin tanısı, tedavisi, hafifletilmesi ya da iyileştirilmesi açısından hiçbir değerinin olmadığı” yönünde bir rapor yayınlamıştır. Sonraki araştırmacıların çalışmalarında glioksilidin gerçekte hiç var olup olmadığı doğrulanamamış ve teorik fiziksel kimyacılarının çalışmaları Koch’un iddia ettiği kimyasal yapının var olmasının mümkün olmadığını göstermiştir. Buna karşın bazı alternatif tıp siteleri glioksilidi hala kanserin çaresi olarak tanıtmaya devam etmekteler. 1930’larda, solunum enzimleri üzerindeki araştırmaları nedeniyle 1931 yılında Nobel ödülüne layık görülen Dr. Otto Warburg kanser hücrelerinin solunum hızının diğer hücrelerden daha düşük olduğunu keşfetmiştir. Bundan, kanser hücrelerinin düşük oksijenli ortamlarda büyüdüğü ve dolayısıyla oksijen düzeyinin artırılmasının bunlara zarar vereceği hatta öldürebileceği çıkarımında bulunmuştur. Günümüzde ozon tedavisi pratisyenlerinin çoğunun taşıdığı inancın temelinde Dr. Warburg’un kansere ilişkin teorileri yatmaktadır. O günden bugüne sağlanan teknik ilerlemeler kanser hücrelerinin oksijeni nasıl kullandığına dair çok daha fazla bilgi sağlanmış olup ortamda daha fazla oksijen olsa bile bu durum kanser hücrelerinin yok olmasına neden olmamaktadır. Günümüzde uygulanan ozon tedavisi kullanımının büyük kısmının kökeni emekli bir lise öğretmeni ve eski bir Ordu papazı olan Peder Richard Wilhelm’e dayanmaktadır. Kendisi, Mayo Klinik’in deneysel bakteriyoloji bölümü başkanı Dr. Edward Carl Rosenow ile olan ilişkisi yoluyla, hidrojen peroksidin iyileştirici etkisini keşfettiği iddiasında bulunmuştur. Dr. Wilhelm birçok hastalığa karşı hidrojen peroksidin içilmesini önermiştir. Bu uygulama kabul görmemiş ve katkısı gösterilememiştir.

Kanıtlar nelerdir?

Eldeki bilimsel kanıtlar vücuttaki oksijen düzeyini artırmanın kanser hücrelerine zarar verdiği veya öldürdüğü iddialarını desteklememektedir. Kan akışı zayıf olduğundan bir tümörün ortasındaki kanser hücreleri etrafındaki oksijen düzeyini yükseltmek kolay değildir. Sağlık alanında dolandırıcılık üzerine yazılar yazan Dr. Stephen Barrett’in bildirdiğine göre Dominik Cumhuriyeti’nden bir araştırmacı kliniğinin ozon gazını kullanarak on üç kanser hastasını tedavi ettiği iddiasında bulunmuştur. Bir araştırmacı haber grubu sonradan bu hastalardan ikisinin kanserden öldüğünü, üçüne ulaşılamadığını, ikisinin görüşmeyi reddettiğini, üçünün hayatta, ancak halen kanser hastası olduğunu ve üçünde ise hastaların gerçekten daha önce kanser olup olmadıklarının anlaşılamadığını ortaya çıkarmıştır. Bazı araştırmacılarca oksijen tedavisinin radyasyon tedavisine eklenmesini araştırmıştır. Bazı hastalar bundan fayda sağlamış gibi görünse de birçoğunda bunun bir faydası görülmemiştir. Oksijen tedavisi ile belli kemoterapi ilaçlarının birlikte kullanımının kanser hücreleri üzerindeki etkileri bazı laboratuar testleriyle araştırılmıştır, ancak bunun bir faydasının olup olmadığını söylemek için henüz çok erkendir.  Cancer Journal for Clinicians dergisinde yer alan bir makaleye göre doğrudan tümörlerin içine veya kan içerisine hidrojen peroksit enjekte ederek hastaları tedavi etmeye çalışmak etkisiz olmuştur. 2008 yılında gerçekleştirilen bir çalışmada tavşanlardaki tümörlerin bazıları hiçbir tedavi olmadan kendiliğinden kaybolmuş, ancak normal oksijen verilenlerde daha fazla tümör kaybolmuştur; ozon verildiğinde ise kaybolan tümör sayısı daha da artmıştır. Bu çalışmada oksijen ve ozon tavşanların karınlarına (peritoneal boşluk) enjekte edilmiştir. Ancak, bu tümörlerin insanlardaki kanserle ilgili olduğu halen kanıtlanabilmiş değildir.  Ozon tedavisine ilişkin 2001 yılında gerçekleştirilen bir incelemede “ozon tedavisi üzerinde kapsamlı klinik çalışma sayısı az, yayınlanmış olanlar etkili olduğuna dair bir kanıt ortaya koyamamış ve daha fazla olumlu kanıt ortaya çıkana kadar ozon tedavisinden kaçınılmalı” sonucuna varılmıştır.

Potansiyel sorun veya yan etkileri var mı?

Tıp literatüründe, oksijen salımı gerçekleştiren maddelerin vücuda verilmesiyle doğrudan bağlantılı hasta ölümü olguları mevcuttur. Hidrojen peroksit, özellikle de bazı sağlıklı beslenme mağazalarında satılan konsantre çözeltiler halinde yutulduğunda zararlı olabilmektedir. Gıda kalitesinde hidrojen peroksit FDA tarafından gıda yüzeylerinin temizliğinde ve gıda üretiminde belli ağartma işlemleri için onaylanmıştır. FDA, gıdada kalabilecek peroksit kalıntılarının gıda tüketiciye ulaşmadan önce oksijen ve su olarak parçalanmasını istemektedir. Gıda kalitesinde hidrojen peroksidin içilmesi kusmaya, gırtlakta ve midede şiddetli yanmaya, hatta ölüme yol açabilir. Gözle doğrudan teması halinde korneaya zarar verebilir ve körlüğe yol açabilir. Gıda kalitesinde hidrojen peroksidin deriyle teması su toplama veya yanmaya yol açtığı gibi buharının solunması da zararlı olabilmektedir. Hidrojen peroksit enjeksiyonlarının tehlikeli yan etkileri olabilmektedir. Kanda yüksek düzeyde hidrojen peroksit bulunması kan akışını bloke ederek kangren ve ölüme yol açabilecek oksijen kabarcıklarına yol açabilir. Hidrojen peroksit enjeksiyonu sonrasında kan hücrelerinde tahribat olduğu da bildirilmiştir. Ayrıca bazı insanların hidrojen perokside karşı ciddi alerjik reaksiyonları olabilir. 1993 yılında yayınlanan bir inceleme makalesinde de vücut dokularında fazla oksijen olmasının genetik materyale zarar verip anormal büyümeye yol açabileceği yönünde araştırma kanıtlarına ulaşılmıştır. Ozon tedavisine yönelik 2001 yılında yayınlanan bir incelemede “Ozon tedavisinin riskleri bu yöntemin savunucuları tarafından küçümsenmektedir. Ne var ki, aralarında hepatit ve en az beş ölüm olayının da bulunduğu çok sayıda ciddi yan etkiler bildirilmiştir.” Fetüs üzerindeki olası etkileri bilinmediğinden, gebe ve emziren kadınlar bu yöntemi kullanmamalıdır. Yalnız bu tedaviye güvenilerek bilimsel tıbbi kanser tedavi yöntemlerini uygulamamak veya geciktirmek sağlık yönünden ciddi sonuçlara yol açabilir.

OZON TEDAVİSİNİN UYGULANDIĞI ÜLKELER

Ozonun terapötik kullanımı İngilizce konuşulan hiçbir ülkede, hiçbir sağlık yetkili makamı veya tıp derneği tarafından onaylanmamıştır ve birçok ABD eyaletinde ozon jeneratörlerinin pazarlanması ve ozon tedavisiyle ilgili klinik çalışmalar ve araştırmalar için bile olsa tıbbi kullanımı yasaktır. ABD’de, yakın geçmişte yürürlüğe geçen alternatif tedavi düzenlemesi ozon tedavisini bazı eyaletlerde uygulanmasını serbest kılmıştır. İtalya, İsviçre, Avusturya ve Almanya’da önemli sayıda doktor tarafından tamamlayıcı özelliğiyle kullanılmış olmasına rağmen bu ülkelerde halen popüler destek kazanmamıştır, sağlık sigortaları tarafından karşılanmamaktadır ve saygın tıp okullarının müfredatında bulunmamaktadır. Ozon tedavisini Alman sağlık sigorta şemalarına sokma önerileri, kanıtsal temelini sorgulayan farmasötik araştırıcılar tarafından sert itirazlara yol açmıştır. Bulgaristan, Küba, çek Cumhuriyeti, Fransa, Almanya, Yunanistan, İsrail, İtalya, Japonya, Malezya, Meksika, Polonya, Romanya, Rusya, İsviçre, Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri ve Ukrayna gibi ülkelerde ozon tedavisi açıkça yasak değildir.

SONUÇ VE HALKIMIZA ÖNERİ

Amerikan Kanser Vakfı, hastalara ozon tedavisi konusunda uyarıda bulunmakta ve ozonun kanser tedavisinde etkili olduğuna dair kanıt olmadığı ve zarar verici etkilerinin olabileceği konusunda ısrar etmektedir. İngiltere ve Avustralya’daki diğer sektör görüş liderleri 2001 yılında ozonun kanser hastalarındaki potansiyel yarar ve zararları hakkında bilginin yeterli olmadığını savunmuştur. Tıbbi Onkoloji Derneği olarak ozon tedavisi için kanser tedavisi, kanserden korunma ve tedavi yan etkilerini azaltma gibi etkilerine yönelik kanıtları yeterli bulmamaktayız. Bu yönde tanıtım ve uygulamaların hastalara faydalı olmasından çok olası yan etkilerini de göz önünde bulundurarak hastalarımıza sağlık ve ekonomik açıdan zarar verebileceğini düşünmekteyiz. Ülkemizde kolay kazanç alanı ve ticari bir sektör olarak görülen ve hızla artan ozon tedavi merkezlerinin aktivitelerini derneğimiz olarak yakından izlemekteyiz. Tıbbi Onkoloji Derneğinin toplumsal sorumluluğu doğrultusunda bireyleri (hasta ve/veya sağlıklı) koruyabilme adına ozon tedavisi uygulayıcılarını uyarmakta ve bu yöntemin tatmin edici bilimsel bir kanıt sunulmadığı sürece uygulamasının sakıncalı olabileceğini duyurmaktayız. Ülkemizde ozon tedavisi tanıtımı amacı ile kanserli hastalara yönelik bir strateji izlenmesi durumunda yasal başvurularda bulunmaya ve herhangi bir hasta ve sağlıklı bireyin ozon tedavisi sonucu karşılaştığı yan etki durumda derneğimize başvurması halinde hatalı tıbbi uygulama nedeniyle derneğimiz hukuksal imkanları oranında hastaların yanında olacağını bildirmek isteriz.     Sonuç olarak günümüze kadar elde edilen bilimsel veriler doğrultusunda bu tedavi yöntemi kanser hastalarına alternatif veya destek tedavi yöntemi olarak tavsiye edilemez.

Kaynak: Tıbbi Onkoloji Derneği’nin web sitesi


İçeriği Paylaşın