Kanserden Korkmayın
Kanserden Korkmayın
Bizi Takip Et
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bülent Karabulut “Kanserden değil, geç kalmaktan korkun!’’ mesajının tarihe karıştığını söylüyor. Prof. Dr. Karabulut; ‘‘Şimdi sadece ‘Korkmayın!’ diyoruz. Çünkü yeni tedavi seçenekleri, uzun ve kaliteli yaşamı olanaklı kılıyor.” diyerek kanserle savaşta önemli gelişmeler kaydedildiğinin altını çiziyor.
Türk halkında kanser fobisi oluştuğunu söyleyen Prof. Dr. Bülent Karabulut, “Kanserden korkma, geç kalmaktan kork!” mesajının, kanser tedavilerindeki son gelişmelerle tarihe karıştığını hatırlattı. Her 3 kanser türünden 2’sinin engellenebileceğini söyleyen Prof. Dr. Karabulut, “Alarm semptomları olarak tanımlanan; kilo kaybı, iştahsızlık, herhangi bir yerde kitle, alttan ya da üstten kanama, burun kanaması, enfeksiyonlar, ateş gibi durumlarda acilen hekiminize başvurmalısınız. Tabii ki durup dururken tomografi, MR çektirmek kanser taraması yaptırmak anlamına gelmiyor. Sigara içmeyin, alkol almayın, ideal kilonuzda olun, spor yapın, gereksiz radyasyondan uzak kalın, katkı maddeli yiyecekleri çok fazla tüketmeyin, güneşlenme saatlerinizi belirleyin. Böylece çok basit önlemlerle kanserden korunmuş olursunuz.” önerilerinde bulundu.
Türkiye’de hastaların yüzde 60’ının hastalığın belli bir aşamasından sonra hekime başvurduğunu, çok erken teşhis edilmiş bile olsa direkt ölüm korkusu başladığını söyleyen Prof. Dr. Karabulut, “Çocuklarımın mürüvvetini görebilecek miyim?” ya da “Geride kalanlar ne olacak?” gibi direkt ölüm ve onunla ilişkili korkuların yaşandığına dikkat çekerek şöyle konuştu:
“Kanser korkusunu toplumun üzerinden atmaya çalışıyoruz. Yeni mesajımız sadece ‘Korkmayın!’ Kanser teşhis ve tedavileri multidisipliner bir yaklaşımla, tam teşekküllü hastanelerde başarıyla yürütülüyor. En ufak bir şüpheniz olduğunda cesurca doktorunuza gidin! Hangi evrede olursa olsun yeni tedavi seçenekleri olduğunu unutmadan organize ve tam teşekküllü bir merkeze başvurmalısınız. Kanser tedavisindeki gelişmeler sadece ilaçla sınırlı değil. Cerrahisinde de, radyoterapi tekniklerinde de, patoloji anlamında da çok önemli gelişmeler var. Hastanede yapılan işlemlerin sonrasında yoğun bakım, palyatif bakım ve aklınıza gelebilecek pek çok alanda gelişmeler var. Sadece bir doktorun bir sandalyede oturup kemoterapi vermesinin çok ötesinde bir kavram. Bu nedenle kanserli hastaların tedavi edildiği merkezlerin standardize edilmesi gerekiyor. Bu konuda Sağlık Bakanlığı’nın çok iyi organize olması gerekiyor. Dünyaya da baktığımızda, büyük referans merkezler kuruluyor, o merkezlerde hasta yakınlarının da kalabileceği imkanlar sunuluyor, bölge hastaneleri kuruluyor. İllerde, ilçelerde, her yerde bir onkoloji uzmanı bulunmasını sağlamak, bir kemoterapi ünitesi açmak yetmiyor. Mecburi hizmete giden doktorlarımızdan çok iyi biliyoruz ki gittikleri devlet hastanelerinde patoloğun, radyoterapi ünitesinin olmaması ellerini, kollarını bağlıyor. Bir onkolog tek başına ne yapabilir? Sağlık Bakanlığı’nın kaliteli hizmeti hedefleyen planlamaları olmalıdır. Sağlık hizmetlerinde, merkez sayısı, doktor sayısı, bakılan hasta sayısından daha önemli olan kaliteyi hangi ölçüye getirdiğinizdir.”
GENETİK YÜZDE 10, KENDİNE ÖZGÜ KANSERLER YÜZDE 90!
Kanser hastalarının yüzde 90’ı, bilinenin aksine genetik bir temelle hastalığa yakalanmıyor. “Eğer bu geni taşıyorsanız, sigara ve kötü beslenme gibi alışkanlıklarla mekanizmanın tetiğini çekmeyin!” uyarısında bulunan Prof. Dr. Bülent Karabulut, “Elbette sigara içmeyen, sağlıklı beslenen de kanser olabiliyor ama çok az! Yakalansalar bile daha geç yaşlarda yakalanıyorlar ve kanserleri biyolojik olarak daha iyi olabiliyor. Öte yandan birinci dereceden kan bağı olan kişilerde kanser gördüğümüz kişinin kansere yakalanma riski normal birine göre artar ama kanser olacak anlamına da gelmez! Bu kişilerin daha temkinli, daha dikkatli takip edilmesi ya da tarama programlarına alınması gerekir. Genetik kanser dediğimiz zaman; BRCA genleri, Protein53 genleri ve bir takım sendromlarla ilişkili genlere bakılabiliyor. Ailesel kanser tanımlamalarını buna göre yapıyoruz.” dedi.
GENETİK TESTLER, TEDAVİLERİ YÖNLENDİRİYOR
Genlerin tedavi belirleyicilik açısından önem taşıdığını vurgulayan Prof. Dr. Karabulut, bir kişinin tümöründeki genetik özelliklere veya biyolojik özelliklere bakarak tümörü tanımlayıp, o tümöre özgü bir tedavi yani kişiye özel tedavi uyguladıklarını belirterek, konuyla ilgili şu bilgileri paylaştı:
“Genetik testlerden en önemlisi şu an RAS Testi. Eskiden ilk kolon kanseri tanısı konulduğu zaman yaklaşık altı aylık olan ortalama yaşam süreleri, yeni bir takım kemoterapi ilaçlarıyla 24 – 25 aylara kadar çıktı. Herkesin kanseri kendine özgüdür. Yani bugün bir meme kanseri olan yüz kişiyi yan yana koysanız, farklı biyolojide, farklı beklentilerde ve seyirlerde kanserler olduğunu görürsünüz. Her birinin tedavisi değişebilir. Örneğin; bir hastanın memesini komple alırken, diğerinin bir kısmını alırsınız. Kimisinin koltuk altına tamamen cerrahi müdahale gerekirken, kimisinin sadece üç beş tane lenf bezi alınır. Kimisi ışın ya da kemoterapi gerektirir, kimisi gerektirmez. Kimisi sadece hormon alır, kimi bunu yanında kemoterapi de alır. Bazen her iki pozitifliği olan hastalar akıllı ilaç da alır, kimi hastalar almaz gibi pek çok örnek sayılabilir. Metastatik hastalığa geçtiğimiz zaman da bir takım başka parametreler var. Kolon kanseri de buna benzer. Kolon kanserinin farmakolojik ve genetik birlikteliğiyle tanımlanmış, tek gen şu an RAS genidir. Bunun dışında henüz çok büyük yol katetmiş değiliz. Daha diğer genetik testler; BRAF geni, PTEN geni gibi genler üzerinde çalışılıyor. Ama biyolojik tedavileri ne kadar kişiye standardize etmeye başlarsak o zaman yaşam süreleri ve sağ kalım verileri de artacak. Araştırmalar yapıldıkça ortaya çıktı ki, artık kanseri biyolojik bir tedavi ya da pahalı ilaçlarla da tedavi edilse o ilaçların o hasta için uygun olup olmadığının test edilmesi gerekiyor.”
RİSK VARSA TARAMA PROGRAMLARI ÇOK ÖNEMLİ!
Dört temel tarama programına dikkat çeken Prof. Dr. Bülent Karabulut, “Risk varsa da kanser çıkacak diye bir kural yok!” hatırlatmasını da yaparak şunları ekledi:
“Kadınlarda rahim ağzı kanseri, 20’li yaşlardan itibaren başlar, erkek ve kadınlarda kolon kanseri 50’li yaşlarda taraması başlar ancak riskli durumların tespitinde daha erken yaşlara kaydırılabilir. Kadınlarda meme kanseri 40’lı yaşlardan sonra tarama programlarına girmesi gerekir. Son zamanlarda en çok konuşulan, farkındalığın arttığı kanserlerden biri prostat kanseridir. Erkeklerde en sık görülen kanser türüdür. Erkeklerde 50 yaşından sonra yılda bir defa PSA (Prostat Spesifik Antijen)’ya bakılabilir. Dört kanserden bahsettik; prostat, rahim ağzı, meme ve kalın bağırsak (kolon) kanserleri. Bunların tarama programları, yaşam sürelerini uzatması ve erken tanı açısından avantajlıdır. Son olarak da akciğer kanserinin düşük rezolüsyonlu (patolojik bir sürecin şiddetinin azalması), radyasyonu düşük bilgisayarlı tomografi ile, senelik bilgisayarlı tomografi ile tarama programları konusunda gelişmeler var. Dünya literatüründe şu an tartışılan ve büyük oranda kabul gören bir konu. Kanser olup olmadığımızı öğrenmek için CA testi, kanser check-up’ı yaptırmak gereksizdir. PSA dışında, CA dediğimiz kanser testleriyle hiçbir şekilde kanser taraması yapılmaz. Bir şikayetimiz olmadığı halde ultrasona girmek, bir tarama yöntemi değildir. Bizler alarm semptomları dediğimiz; kilo kaybı, iştahsızlık, herhangi bir yerimizde kitle, alttan ya da üstten kanama, burun kanaması, enfeksiyonlar, ateş gibi durumlar olduğu zaman acilen hekime başvurmalıyız.”
İçeriği Paylaşın