Önemli Olan Diyabeti İyi Yönetebilmek
Önemli Olan Diyabeti İyi Yönetebilmek
Bizi Takip Et
SÖYLEŞİ: DEMET DEMİRKIR
Gazeteci -Yazar Emine Çaykara, 15 yaşında bir yaz tatili sonlarına doğru diyabet hastası olduğunu öğreniyor. Önceleri, “neden benim başıma geldi” diyor ama daha sonra diyabetle yaşamayı öğreniyor.
Deneyimlerini, uzun yıllardır yaptığı araştırmalarla Tip1 ve Tip2 diyabete dair öğrendiklerini, kendi yarattığı diyabetik yemek tariflerini ve daha fazlasını “Diyabetimi Seviyorum” isimli bir kitapta toplayan Emine Çaykara, diyabetle başa çıkmanın sanıldığı kadar zor olmadığını söylüyor. “Önemli olan diyabeti iyi yönetebilmek” diyen Çaykara, aslında diyabetlilerin beslenme ve yaşam biçiminin, sağlıklı yaşam rehberinde yazanlardan farklı olmadığını vurguluyor.
Diyabetine çok şey borçlu olduğunu anlatan Emine Çaykara, diyabet hastalığı sayesinde neler öğrendiğini şöyle anlatıyor:
“Neden sonuç ilişkisini erken yaşta kavramışım mesela. Düşünce sistemim değişmiş, benden kaynaklanan hatalara karşı tetikte olmuşum, başkasını yargılamak yerine kendimi sorgulamışım. Her yiyeceğin içindeki incelikleri, bedenimdeki etkisini, insanlara fayda ve zararını öğrenir ve yaşamıma uygularken analitik düşünce edinmişim. Olaylara bütünüyle bakmayı ve ayrıntıları asla atlamamayı ben diyabetime borçluyum. Disiplinin kötü bir şey olmadığını, gerçek mutluluğun disiplinle alakalı olduğunu yine bu sayede öğrenmişim.”
Emine Çaykara ile “Diyabetimi Seviyorum” kitabını, diyabetle yaşamı, diyabetle nasıl başa çıktığını ve diyabet meselesiyle ilgili daha pek çok konuyu uzun uzun ve tüm ayrıntılarıyla konuştuk. Diyabet ile başa çıkmanın anahtarını, “Hayat güzel ve hiçbir şey onun kadar lezzetli değil” cümlesiyle özetleyen Emine Çaykara ile yaptığımız röportajı keyifle okuyacağınızı ve okurken diyabete dair çok şey öğreneceğinizi umuyoruz.
. Diyabetle nasıl tanıştınız? Kaç yaşındaydınız diyabetle yüzleştiğinizde?
“Diyabetle tanıştığımda 15 yaşımdaydım. Bir yaz tatilinin son dönemlerine doğru ortaya çıktı. Mayıs, haziran, temmuz ve ağustos ayları tam anlamıyla bilmediğim ama diyabetli olduğum bir dönemdi.”
“ÇOCUK OLDUĞUM İÇİN KİLO VERMEME SEVİNİYORDUM”
. Diyabetin belirtileri nasıldı? Nelerle karşı karşıya kaldınız?
“Birden bire çok fazla su içmeye başlamıştım, geceleri odama su dolu şişeler koyardım ve o şişeleri birer dikişte içip bitirdiğim anları çok iyi hatırlıyorum. Öyle bir hararetti ki hiç durmadan su içiyordum. Nerdeyse 9-10 öğün yiyordum, yemek yiyor ama sürekli acıkıyordum. Sağlıklı, zayıf, düzgün vücutlu bir genç kızdım ama hep karın bölgemde yağ toplanması olurdu. Ben sürekli dikkat ederdim kiloma, vücut düzgün ama o yağın orda ne işi var derdim. Diyet yapmasam da doğru beslenmeye çalışırdım ama o yaz çok yemek yememe rağmen kilo verdim ve göbekteki yağ da gitti. Çocuk olduğum için kilo vermeme seviniyordum, bilmiyordum bunun kötü bir şey olduğunu. Sonra sürekli bir uyku hali, yorgunluk hissi, yatma isteği meydana geldi. Bunlar Tip 1 diyabetin klasik belirtileriymiş. Ağız kuruluğu, bir süre geçen ama tekrar başlayan ağız kenarında iki taraflı yaraların açılması, vücutta kaşıntı… Bunları yaşadığım üç ay, ‘bu kıza ne oluyor’ dedikleri ama kimsenin anlamadığı bir süreçti. Sonuçta Diyabet Cemiyeti’nde Doktor Ali İpbüker’in karşısındaydım ve işte o zaman diyabetli olduğumu öğrendim.
Vücudumda keton maddeler çok fazlalaşmıştı, o da meğerse ağızda aseton kokusuyla kendini gösterirmiş. Hiç unutmam o anı; doktorum, ablama, ‘kardeşinizin ağzını koklayın’ dediğinde; ablam, ‘Aaa! Aseton kokuyor’ demişti. Neyse ki ben çok tehlikeli olan ketoasidoz denilen aşamaya geçmedim ama o aşamaya doğru giden bir süreçteymişim.
O zamanlar en büyük sıkıntım, sanırım patates kızartması yiyememek ve kola içememekti. Çocuksunuz, dünya başınıza yıkılıyor ama dünyadan bihabersiniz, pek de bir şey anlamıyorsunuz, yaşın verdiği gençlik ve delilikle başınıza gelenler şaka gibi geliyor ve geçecek sanıyorsunuz.”
“DİYABETİMİ ŞAHANE YÖNETİYORUM”
. Diyabeti kabullenmeniz kolay oldu mu? Diyabeti hastalık olarak değil bir yaşam tarzı kabul eden diyabetliler var. Siz de böyle mi düşünüyorsunuz?
“İnsan 15 yaşında diyabetle tanışınca çeşitli aşamalardan geçiyor; ben, yokmuş gibi yaptım başlangıçta. Diyabeti kabullenme dönemi daha kısa ya da daha uzun oluyor ama tepkiler genelde aynı oluyor çünkü hayatınıza başka bir şey geliyor ve bu, hayatınıza birtakım yasaklar getiren bir şey. Önce tepki gösteriyorsunuz, size diyabetle ilgili olarak söylenen normal değerleri, yapmanız gerekenleri düşünmeye başlıyorsunuz. Şeker değeriniz, normalin üzerindeyse bu sizin hayatınızı etkiliyor; kâh daha fazla tuvalete giderek etkiliyor kâh canınız bir şey yapmak istemiyor ve sinirli oluyorsunuz.
Aslında sizin kendi varlığınız başka bir varlığa dönüşüyor, beni de en çok etkileyen bu oldu. Şu an diyabetimi şahane yönetiyorum, öğrenilmeyecek bir şey değil; ben bunu iddia ediyorum. Diyabet benim yaşam tarzım, benim bir parçam ve ben ona ses vermezsem, ona göre yaşamazsam mutluluğum da etkileniyor. Şekerim düşükken başka bir Emine oluyorum, yüksekken başka bir Emine oluyorum. Oysa ruhen gerçek ben, ne biri ne ötekinde. Şeker hastası olmayanın bunu anlaması zordur sanırım.
80 ile 120, 70 ile 110 normal olan değerler arasında tepkilerim, duygusal yaşantım, bir yazar olarak ilhamlarım, hayata bakışım her şey, her şey farklı. Çok pozitif bir insanımdır, doğayla, insanlarla ilişkim iyidir, sevecenimdir, böyle olunca duygusal iniş çıkışlar belki insanı daha da etkiliyor. O yüzden 140’ı görünce kendime kızıp sinirleniyorum, hemen hatamı görüp düzeltiyorum.
Televizyonlarda, gazetelerde çavdar ekmeği, tam buğday ekmeği vb. sağlıklı beslenme için bir bilgi bombardımanı altındayız. İnsanlar yeni yeni tanıştıkları için de bu bilgiyi emiyor. Diyeceğim o ki, ben 15 yaşımdan beri tam buğday ekmeği, çavdar ekmeği ile besleniyorum, zeytinyağı kullanıyorum. Sağlıklı yaşamın ayrıntısını öğrendim, 30 yıldır biliyorum. Doğal yaşama da meraklı olduğum için son 15 yılda edindiğim doğal yaşamın ayrıntılarına sahibim. Geldiğim noktada dünyadaki her şeyin bir faydası olduğuna inanıyorum. Her şeyin sırrı, ölçü ve dengede. Bize sunulan her şeyi yememiz, görmemiz, sevmemiz lazım. Ben hayata böyle bakıyorum.”
“NE VAR BUNDA DEMEYİ ÖĞRENDİM”
. Bir genç olarak diyabet sizi nasıl etkiliyordu? Ergenlik döneminin getirdiği sinir ve stres, diyabetinizi daha sevimsiz hale getiriyor muydu?
“Tabii ki… Ergenlik başkaldırı dönemidir. Biri de size, “Dur!” diyor. Size her “Dur!” dendiğinde siniriniz bozulur ve tam tersini yapmak istersiniz ama diyabetim beni bu konuda da törpüledi. Diyabeti sevme noktasına gelebildim, bir sürü insan diyabetinden nefret eder. O dönem bunu bir kusur gibi görüyorsunuz ama benim yakın arkadaşlarım bilirdi, hamburgerle ilişkim çok erken bitti, belki başlamadan bitti bile denebilir, öğle tatilinde dışarıda yenirdi ve ben mutlaka salatalı sağlıklı bir mönü yiyordum.
O zamanlar sürekli resim yapardım ve tek isteğim ressam olmaktı. Odama kapanırdım ve resim yapardım, sadece yemek yemek için odadan çıkardım, ailemle hiç oturmazdım. Danteller yapardım, şahane kazaklar örerdim ama en çok resimle uğraşırdım. O dönemde sanat ve kültürle ilgili bir çocuk olmam beni kurtardı bence. Zaten çok zevk alıyordum ama diyabetimi herhangi bir diyabetli ergenden daha kolay idare edebildim. Kendimi tamamen öğrenmeye ve geliştirmeye verdim, diyabet de başıma gelince kendimi bilim dünyasına verdim. İngilizcem ve Fransızcam vardı, bilimsel yazılar okuyordum. Psikoloji, felsefe, edebiyat merakıma bilim eklendi.
16 yaşımda liseyi bitirdikten sonra iki sene İsviçre’de yaşadım. Diyabetliydim ve tek başımaydım. Türkiye’de kalsaydım belki farklı olurdu, zaten ailem çok üzülüyordu, Doğu toplumu olarak her şeyi çok abartıyoruz ve her duruma acıyoruz ama böyle durumlarda acımak iyi değil. İsviçre Hükümeti, diyabeti hastalıktan bile saymıyordu, insülinleri kendi paramla alıyordum, öğrenci olmama rağmen.
Burada dram olan bir şeye İsviçre’de, ‘Ne var bunda’ diyorlar. Ben de, ‘ne var bunda’, demeyi öğrendim. Ergenlik çağında bir çocuk; alışverişini, yemeğini yapıyor. Her şeyini tek başına yapıyor; düşünün. Böyle olunca ben hastalığımla baş başa kaldım ve kişiliğim şekillenmeye başladı.”
“İSVİÇRE’DE DİYABETİN HASTALIK OLMADIĞINI ÖĞRENDİM”
. Diyabet hastası olduğunuz halde 16 yaşında tek başınıza İsviçre’ye gitme cesareti göstermişsiniz. Nasıl oldu bu, aileniz nasıl karşıladı?
“Biz lüks içinde yaşayan bir aile değildik ama babam her çocuğunun en iyi şekilde eğitim almasını istiyordu ve en değer verdiği şeylerden biriydi bu. En büyük ablamı bir lady okuluna yolladı ama ablam iki hafta sonra geri geldi. ‘Benim yediklerimi sayıyorlar, her şeyime karışıyorlar’ diye… Her gün acıklı mektuplar yazıyordu.
Ardından iki numaralı ablam gitti İsviçre’ye; o dönem en güvenilir yer İsviçre’ydi. Eğitim için gidilecek başka bir yer önerilmezdi. Ancak iki numaralı ablam da evlenme kararı alıp üniversiteyi bıraktı. İsviçre’de ablamın kaldığı bir stüdyo evi vardı, kirası yıllık veriliyordu.
Ben liseden mezun olduğum yıl, Ankara Üniversitesi’nin Pedagoji bölümünü yazmıştım. O yıllarda üniversite olayları oluyordu, ayrıca dövizli öğrenci olarak puanım da yetiyordu böyle olunca bana İsviçre önerilmişti.
Ailemin, benim İsviçre’ye gitmeme nasıl razı oldukları konusunu hiç düşünmemiştim ama şimdi siz sorunca anlıyorum ki ailem orada güvende olacağımı, diyabetime daha iyi bakılacağını bile düşündüler ve beni göndermeye çekinmediler.
İki sene İsviçre’de yaşadım ama ilk gidişim değildi, daha önce lise sondayken ablamın yanına göndermişti babam; hastalığımın çözüleceğine, son bulacağına inanıyordu. Burada çaresi yok, orada muhakkak vardır diye düşünüyordu. Zürih’te bir hastaneye gittim, ilk olarak o zaman bunun hastalık olmadığını öğrendim. Doktor bana, gayet soğukkanlı bir şekilde, ‘Bununla yaşamayı öğreneceksiniz’ dedi. Nokta. Bu kadar basit.
“İNSÜLİN İĞNESİNDE İLERLEME KAYDEDİLMESİNİ İSTİYORUM”
. İnsülin tedavisi alacağınızı öğrendiğinizde ne hissettiniz?
“Ben iğne olmaktan çok korkuyordum. Ortaokulda sarılık iğnesini görmüştüm, kocaman pompalı bir iğneydi. Anneme günlerce yalvardım, ‘ben iğne olmayayım’ diye ama sonuç olarak o gün gelince iğne bir güzel yapıldı tabii.
İğneden korktuğum için o ilk dönemde iğnemi yapamazdım. Zaten o zaman şimdiki gibi steril enjektörler de yoktu. Eve hep iğneciler gelirdi, bir yere gidince yine iğneci bulmamız gerekiyordu, iğne vurmak ablama ve anneme de öğretilmişti çünkü deri altına yapılan bir iğne bu. Uzun süre kendime iğne yapamadım ama İsviçre’ye gidince otomatik bir aletten haberim oldu ve onu satın aldım. İğneyi yapacağınız yere isabetliyorsunuz, kendisi iğneyi saplıyor, uzun bir süre o makineyi kullandım ama sonra steril enjeksiyonu kendi kendime saplamayı becerebildim. Şimdi de kalem insülin tercih ediyorum.
Ancak bu kalem insülinde de ilerleme kaydedilmesini istiyorum, üzerinde iğnenin yapılma saatini ve dozunu da yazacak bir teknoloji bekliyorum.”
. Diyabet yaşamınızı ne yönde etkiledi; olumlu ve olumsuz anlamda?
Kitapta bütün süreci anlatıyorum ve aslında bu kitap benim için bir terapi de oldu. Bir baktım, aslında beni ben yapan birçok şeyi ben diyabetimle kazanmışım. Neden sonuç ilişkisini erken yaşta kavramışım mesela. Düşünce sistemim değişmiş, benden kaynaklanan hatalara karşı tetikte olmuşum, başkasını yargılamak yerine kendimi sorgulamışım.
Her yiyeceğin içindeki incelikleri, bedenimdeki etkisini, insanlara fayda ve zararını öğrenir ve yaşamıma uygularken analitik düşünce edinmişim. Arkadaşlarım bu duruma şaşar hep. Olaylara bütünüyle bakmayı ve ayrıntıları asla atlamamayı ben diyabetime borçluyum. Disiplinin kötü bir şey olmadığını, gerçek mutluluğun disiplinle alakalı olduğunu yine bu sayede öğrenmişim. Yaşamda maymun iştahlılığın ve şımarıklığın insana zarar veren bizim kendi kendimize kurduğumuz büyük tuzaklardan olduğunu anlamışım. Başıma gelen her sorunda mutlaka çözüm yolu aramayı da diyabetle öğrendim, tabii ki çözümü olmayan dertler de var ama etrafınıza baktığınızda eften püften şeyleri dert eden bir sürü kişi de var. Ben sorun anlatan insanları pek anlamam, sorun; çözmek içindir, çözüm yollarını düşünmeye başlar kafam hemen, bu da diyabetimin sağladıklarından olsa gerek. Ve tabii a’nı yaşamak, o a’na yoğunlaşmak bizim için çok önemli, bedeninizle konuşmak, ona ses vermek zorundasınız ki diyabetinizi iyi yönetin.
Diyeceksiniz ki hiç mi olumsuz etkilemedi. Yani, sürekli şeker değerlerinizle ilgilenmek, onu normal değerde tutmaya çalışmak, iğne dozunuzu, yediklerinizi düşünmek. Bunlara kafa yormak tabii ki ciddi bir şey ama bir süre sonra bunu otomatiğe bağlıyorsunuz ve bu dert mi acaba bilemiyorum. Başımıza gelmiş ve biz bunu başarabiliriz, çaresiz değiliz, çare biziz. Artık sanırım o kadar bir parçam haline gelmiş ki olumsuz bir şey söyleyemiyorum, onu sevdim ve kabullendim. Arkadaşınızı nasıl hatalarıyla sevaplarıyla kabullenirsiniz belki biraz böyle tanımlayabilirim.
. Diyabet, hareketli bir yaşam tarzını beraberinde getiren gazeteciliğinizde size engel oldu mu? İş yaşantısında ne gibi zorluklarla karşı karşıya kaldınız?
“İş yaşamında da kendi başımın çaresine baktım hep, hatalarla iyi yönetmeyi öğrendim, gazetecilik dışında rehberlik yaptım, ki bir sürü kişiyle bir hafta geçirdiğiniz süreçler bunlar. Tüm Türkiye’yi dolaştım insan isterse her şeyi başarabiliyor. Diyabetinizi iyi yönetebilirseniz etkilemiyor. Ben uzak ülkelere, Hindistan Kazakistan ve Amerika gibi ciddi saat farkı olan yerlere bile gittim gazeteciyken. Bilmek her şeyin anahtarı aslında, bildiğiniz zaman sizi etkilemiyor, siz onu yönetiyorsunuz zaten, hedefiniz sizi etkilemesine izin vermemek çünkü.”
“DÜZENLİ YEMEK YEMEK ÇOK ÖNEMLİ”
. Diyabet denince akla daha düzenli beslenme tarzı geliyor. Beslenmenize dikkat eder misiniz? Diyabette doğru beslenme nasıl olmalı?
“Tabii ki, bu çok önemli. Doktorum Hasan İlkova’nın da söylediği gibi sabahleyin vücutta insülin salgısı sürerken bir de antistres hormonları devreye giriyor. O hormonlar normal bir vücutta kendini dengeleyerek gidiyor ama biz insülini dışarıdan verdiğimiz için, durum daha farklı. Mesela uyanıyorsunuz, şekerinizin düzeyi çok iyi, kahvaltımı yapayım da iğnemi sonra yapayım diyorsunuz. Ya da diyabetlisiniz yürüyor, koşuyor, kahvaltı yapmaya geliyorsunuz, sonra bir de bakmışsınız ki şekeriniz 180 olmuş. Bu yüzden mümkün olduğunca erken saatte kalkıp insülini yapmak, kahvaltı etmek çok önemli.
Gece 23:00 – 24:00 saatleri arasında yatıp, sabah 07:00’da uyanıp günü o tempoda devam ettirmeyi daha çok seviyorum, zaten doğal olan da bu. Güneşin doğmasıyla doğa uyanıyor ve hayat başlıyorsa bizim metabolizmamız da aynı şekilde çalışıyor.
Benim her şeyim düzenlidir. Kahvaltımı ederim sonra iki buçuk saatimi hesaplarım, iki buçuk saat sonra ara öğünümü yerim. Sonra yine iki buçuk saat sonra öğlen yemeğim, ara öğün ve akşam yemeği derken son ara öğünümü akşam 22:30’da yerim.
Bizim ağzımıza giren her lokmanın karşılığı, yaptığımız insülin ama vücudumuzdaki hormonal değişklikler stres, sıkıntı olunca insülin ihtiyacımız artıyor. Ona göre de ara öğün almadan da günü sonlandırdığım olabiliyor. Düzenli yemek yemek çok önemli; zor değil bunu yapmak, aslında zor diye bakarsanız zorlaşır. Yapacağınız tek şey yemek yediğiniz saati unutmamak. Herhangi bir yerde bir avuç badem, iki tane grisini yiyebilirsiniz. Elma yiyemiyorsanız sokakta elma suyu için. Ben gidip yarım bardak elma suyu istiyorum büfelerden mesela, bir bardak içsem şekerimi yükseltecek, talep edince herkes veriyor.
. Uzmanlar, egzersizin diyabette çok olumlu etkileri olduğunu söylüyorlar. Siz egzersize önem veriyor musunuz?
“Kesinlikle… Liseye giderken de basketbol, voleybol oynuyordum, hep yüzüyordum. Egzersizin etkisi artık ispatlanmış durumda. İlaçların -eğer bir rahatsızlığınız varsa- iyileştirme etkisi yüzde 40 iken egzersizin etkisi yüzde 60.
Bir spor salonuna devam ediyordum şimdi yaşadığım semti değiştirdim, haftada dört gün iki semt arası yürüyorum. Hep spor yaptığım için ne kadar hareketle, ne tempoyla ne yapmam gerektiğini ve vücudumda neler olduğunu artık öğrendim. Zaten spor yapmayınca mutsuz oluyorum, şeker dengesini de inanılmaz olumlu anlamda etkiliyor. Bütün hormonların doğru salgılanmasını sağladığı için çok faydalı. Herkesin mutlaka egzersiz yapması lazım.
. Bir uçak yolculuğunuzun insülin iğnesini yapmanızın gerekli olduğu anla çakışması durumunda ne yaparsınız?
“16 yaşımdayken ilk uçak yolculuğumda başıma gelmişti. Uçakta iğneyi kendim yapmak zorundaydım ama yapamadım işte ve hosteslerden yardım istedim. Zürih’te aktarma vardı, orada bebek bakımı ünitesine yönlendirdiler. Hemşireden insülinimi yapmasını istedim, o şekilde yaptırdım. Bu olayın ardından da az önce bahsettiğim kendi kendine iğneyi saplayan, iğne yapmayı beceremediğim o dönemde bana büyülü gelen o meşhur makineyi satınaldım.”
“DİYABETLE İLGİLİ TÜM BİLGİLER VAR”
. “Diyabetimi Seviyorum” isimli bir kitap yazdınız. Neler var kitapta, neden bu kitabı yazdınız?
“Öncelikle diyabetle başa çıkma yollarını ve iyimserliğimi herkese bulaştırmak, diyabetle savaşmada katkıda bulunmak diye açıklayabilirim. Bu kitap, 15 yaşında diyabetle tanışmış ve bu hastalığı yaşamış birinin başından geçenleri anlatsa da; bu hastalığı hiç bilmeyen bir kişi için, diyabetli çocuğu olanlar için, diyabet hastalığı olan ama hastalığını iyi yönetemeyenler için, Tip1 ve Tip2 diyabeti olan ve ne yapacağını bilmeyenlere yönelik bilgiler var. Yani diyabetle ilgili tüm bilgiler var.
Kitabı niye yazdım? İnsanlara yardım etmeyi seven bir yapım var, bilgiyi saklamayı değil, paylaşmayı severim. Arkeoloji, sanat tarihi okudum, üzerine gazetecilik benim zor konuları basit bir dille aktarma yanımı geliştirdi. Zor da olsalar her konunun herkesin anlayacağı bir şekilde ifade etmenin mümkün olduğunu biliyorum artık ve insanlara ulaşmayı seviyorum. Kitap yazma fikri, yemek tariflerimden çıktı çünkü iyi yemek yaparım, arkadaşlarım lokanta açmamı önerir hep. Tüm tariflerim tabii çok sağlıklı ama çok lezzetli mönülerdir. İşte böyle bir yemek yaptığım gün, diyabetliler için bir kitap yazma fikri oluştu. Bir baktım işin içine kendi hikayem ve biriktirdiğim tüm bilgiler girdi.
Özetle bilgi ve deneyimlerimi paylaşmak ve insanlara faydalı olmak istedim. Nasıl beslenirlerse nasıl bir değişiklik oluyor, ne yapmalı, vücudumuzda insülinin ve diğer salgıların işleyiş şekilleri nasıla kadar; bayinde çok az miktarda insülin salgılayan beta hücresi kalması. İnsülin ihtiyacının ortadan kalktığı bu döneme balayı dönemi deniyor. Bu dönem, kişilerin bağışıklık sistemi ya da beslenme biçimine göre 1 ay ile 1 yıl arasında değişebiliyor. Daha sonra tekrar kan şekeri yükselmeye başlıyor. Bu süre içinde insülin tedavisi çok düşük dozlarla da olsa devam etmek zorunda. Balayı döneminde kan şeker ölçümleri çok önemli, sürekli olarak takip edilmek zorunda.”
. Aynı şekilde “Diyabetle Yolculuk” diye bir yazınız var. Ne anlatmak istediniz bu bölümde?
“Rehber olarak çalıştığım dönemi böyle tanımlamıştım. Nasıl başa çıktığımı anlattım bu bölümde. Seyahatlerim boyunca çantamda mutlaka bisküvi, kesme şeker bulundurdumun inanılmaz güzel bir balık çorbasıdır. Altına da Haçik Amca, babamın en sevdiği dostlarındandı vs… yazdım. Yine arkadaşımdan bir tarif öğrenmiştim, tarifin altında bunu arkadaşım Okşan’dan öğrenmiştim, diye yazdım. Zaten o günden beri yapıyorum; yanına iki dilim ekmek, bir bardak ayran ekleyin size mönü oluyor gibi tamamlayıcı ve beslenmeyi öğretici bir yanı da var. Ya da mesela tatildesiniz önünüzde açık bir büfe var, ben o durumlarda ne yaptığıma da yer verdim. Neden bu kitabı yazdım sorusuna gelince… Amaç: ‘Başa çıkma yollarını ve iyimserliğimi herkese bulaştırmak, diyabetle savaşmada katkıda bulunmak’
. Açık büfe görünce ne yapıyorsunuz, peki?
Şimdi açık büfe biz diyabetliler için bir şans ama ilk başta hem baştan çıkarıcı hem de kafa karıştırıcı bir görüntü gibi de gelebiliyor. Ama açık büfe demek, diyabetinizi kontrol edebileceğiniz, istediğiniz yiyecekleri seçme şansınızın olduğu, canınız ne çekiyorsa ona uzanacağınız masa demek aynı zamanda… İrademi kullanıyorum, neyin nasıl etki yaptığını öğrenince önce bir bakıp göz gezdiriyorum. Yani önce gözümü doyuruyorum. Hepsini tatmak zorunda değilim, kilo alırım, şeker ayarım bozulur vs. Yanımdaki, önümdeki, arkamdakilerin tabaklarını doldurmasına aldırmıyorum, çünkü insanlar çıldırmış gibi saldırıyor ve bu sizi etkileyebileceği için soğukkanlılığımı kaybetmemeye çalışıyorum.
Zaten bütün olay o masanın etrafında gelişiyor, o yüzden o sırada soğukkanlı olmak önemli. İçlerinden en sağlıklı, az yağlı gözükenleri ilk anda saptadıktan ve elinizi sürmeyeceğiniz yiyecekleri eledikten sonra bir bakıyorum, aaa büfe küçülmüş. Salatamı mutlaka alıyorum, arkasından minik porsiyon sebze(ler), çok cazipse minik porsiyon tahıllar grubundan biraz ondan biraz bundan alarak kendime sağlıklı bir tabak hazırlıyorum. Mutlaka esmer ekmek alıyorum, işte et balık tavuk arasından kendime ölçülü bir takviye yapınca sıra tatlı faciasına geliyor. Bilirsiniz, tatlı kısmına geçince herkes bu açık büfelerde iyice çığırından çıkar. Ben hafif gülümseyerek ve çevremdekilerin açgözlülüğüne üzülerek izlerim. Çok canınız çekiyorsa en hafifini tadabilirsiniz (insülin oranınıza ve bedeninize yaptığı etkilere hâkimseniz tabii ki) ama en iyisi, sonu bir meyveyle noktalamak. Bunu da hemen değil bir süre geçtikten sonra yapıyorum.
Bu psikoloji bana iyi geliyor. Göbekli, şişman, iradesine hâkim olamamış ve en önemlisi aşırı tüketim çılgınlığına kapılmış, hemen sonrasında ya da ertesi gün suçluluk duyacak, maden suları aranacak kişilerden olmak istemiyorum zaten.
. Kitabınızda “Diyabette Balayı” diye bir yazınız var. Nedir diyabette balayı? Şeker hastalığına ısınma turları diyebilir miyiz?
“Evet adı üstünde balayı, ısınma turları da doğru bir tabir, haklısınız. İnsülin tedavisine başlanan tip 1 diyabetli hastalarda bir süre sonra insülin ihtiyacı azalıyor ve insülin gerekmeyecek hale geliyor. Bunun nedeni pankreas bezinde çok az miktarda insülin salgılayan beta hücresi kalması. İnsülin ihtiyacının ortadan kalktığı bu döneme balayı dönemi deniyor. Bu dönem, kişilerin bağışıklık sistemi ya da beslenme biçimine göre 1 ay ile 1 yıl arasında değişebiliyor. Daha sonra tekrar kan şekeri yükselmeye başlıyor. Bu süre içinde insülin tedavisi çok düşük dozlarla da olsa devam etmek zorunda. Balayı döneminde kan şeker ölçümleri çok önemli, sürekli olarak takip edilmek zorunda.”
. Aynı şekilde “Diyabetle Yolculuk” diye bir yazınız var. Ne anlatmak istediniz bu bölümde?
“Rehber olarak çalıştığım dönemi böyle tanımlamıştım. Nasıl başa çıktığımı anlattım bu bölümde. Seyahatlerim boyunca çantamda mutlaka bisküvi, kesme şeker bulundurdum, onlar bitince ilk molada kola aldım, yani ilgimi gezdirdiğim turistlere ve anlattıklarıma yönelttiğimden en büyük sorunum olabilecek hipoglisemiye karşı önlemleri hep yanımda taşıdım.
Diyabetliler iğne/ilaç/yeme saatlerinin ayarı, ara öğünleri gibi ayrıntılarla ilgilenmek zorunda. Normal insan istediği saatte istediği yemeği yer ve bazen yemek yemeyi unutur bile. Bizim için böyle bir şey söz konusu değil. İğneyi yaptığımız saati, yemeğe oturduğumuz saati mutlaka bilmemiz gerekiyor ki ara öğünlerimizi ve ana öğünlerimizi dengeleyerek hipoglisemi/şeker düşmesi yaşamayalım. Yani sizin anlayacağınız kendimizle herkesten fazla uğraşmak zorundayız. Kendimizi unutmak pek çıkarımıza değil. Ama şekerinizi iyi dengeler, yaptığınız insülin dozuna göre yemeğinizi yer, ölçüyü kaçırmaz, hareketi ihmal etmezseniz sorunlar da ender olarak karşınıza çıkar.
Türkiye’nin en güzel yerlerine yaptığım bu yolculuklar sırasında, ben sanki diyabetle hayata kafa tutmayı da öğreniyordum diyebilirim. Diyabetin benim hayatımı yönlendirmesini, seçimleri etkilemesini istemiyordum. Rehberlik erken kalkılan, gün boyu geziler yaptığınız ve oradan oraya gittiğiniz için zamanlaması çok önemli olan bir meslek. Bu açıdan işime geliyordu ama ölçüyü kaçırmamam ve kendime odaklanmayı ihmal etmemem lazımdı. Ben de böyle yapmaya çalıştım.”
. Sizce üzüntü, diyabeti olumsuz manada etkiliyor mu?
“Etkiliyor, ilk hedefimiz beslenmemize dikkat etmek, ara öğünlerimizi atlamamak, dengeli ve ölçülü yemek yemek, doğru insülini uygulamak. Kendi kendimizin doktoru olmak zorundayız. Yiyeceklerimiz belli, kilo vermek istiyorsak alacağımız kalori belli. Bunlar var olan gerçekler. Bunun dışında üzüntü ve stres etkiliyor diyabeti. Ben öyle diyabetliler görüyorum ki; çok üzüntülüyüm ve stresliyim, şekerim 300’den aşağıya düşmüyor diyorlar. Orada durup düşünmek lazım çünkü diğer yapılması gerekenleri yaptığınız takdirde stresin şekerinizi bu kadar yükseltmesi mümkün değil. Mutlaka kendini kandırma söz konusudur, o yüzden kimse kendini kandırmasın.”
“FARKINDALIK YARATMAK İSTİYORUM”
. İnsanların bilinçlenmesi adına bir kitap yazdınız. Diyabetle savaşta bundan sonra ne yapacaksınız? Belirlediğiniz hedefleriniz var mı?
“Bundan sonra yapmak istediklerim var, içimde büyük hayaller var. Doktorum Prof. Dr. Hasan İlkova’nın yapmak istedikleri ve benim diyabetle ilgili yapmak istediğim şeyler var. Özellikle çocuk ve ergenlerin diyabetinde faydalı olacak şeyler düşünüyorum ama net olmadığı için açıklamak istemiyorum. Ülkemizde ciddi anlamda yanlış beslenme ve hareketsiz yaşam tarzının yol açtığı diyabete bağlı hastalıklar konusunda bilgisizlik var. Ben farkındalık yaratmak istiyorum, bildiklerimle insanlara faydalı olmak istiyorum.
Hastaneye gitmeyen, ilaçlarını almayan diyabetliler var, işi ciddiye almıyor mesela, bana bir şey olmaz diyebiliyor, diyabetli diyabetliyi anlıyor ya da benim yapım gereği tatlı dille anlatarak bilinç oluşturabiliyorum, bu başıma çok gelmiştir ve o konuşma sonrası insanların yaşamında değişiklik yapmayı başarmak, bilgiyi basit ve anlayacağı bir şekilde aktarabilmek çok hoşuma gidiyor.”
. Diyabette beslenme konusuna önem veriyorsunuz. Bizimle paylaşacağınız tarifleriniz var mı?
“Tariflerimin sonunda püf noktaları var. Brokoliyi çok seviyorum.
Brokolili çorba
6-8 porsiyon
1/2 su bardağı kırmızı mercimek
250 gr brokoli
2,5 çorba kaşığı zeytinyağı, bir tatlı kaşığı zeytinyağlı margarin
10 diş sarımsak
Bir adet kuru zencefil
Tuz, karabiber
Mercimeği geceden yıkayıp içinde pişireceğiniz suda bekletin. Çorba için 4 bardak su yeterli oluyor. Pişireceğiniz zaman içine yağ ve sarımsakları (ortadan keserek atarsanız kokusu daha güzel çıkıyor), zencefili ekleyin ve pişmeye bırakın. Brokoliler iyice yumuşamadan (önemli olan mercimeğin pişmesi) ateşten alın, karışımı blendırdan geçirin. Tuz ve karabiber ekleyerek afiyetle yiyin.
Püf: Uydurduğum bu çorba inanılmaz güzel oluyor. Aynı çorbayı farklı bir tat katmak isterseniz piştikten sonra içine çok az krema ve toz et suyu katabilirsiniz. Bu da nefis oluyor. Ayrıca aynı çorbayı yeşil mercimekle kremasız da yapabilirsiniz. Bambaşka, yemyeşil farklı bir tada dönüşüyor.”
“BİR MÜDDET SONRA KİMSE SİZİ KANDIRAMIYOR”
. Son olarak diyabet hastaları ve hasta yakınlarına ne önermek istersiniz?
“Eğer küçük çocukları diyabetliyse anne babaların onlarla ilgilenmemesi imkansız, tabii ki bilinç düzeyine gelene kadar bütün kontrol onların elinde olacak ama bu hastalık, kendimizin başa çıkması gereken bir hastalık. Yaşayan biziz, aileler acıma duygusunu bir kenara koyup gerçekçi baksınlar lütfen, çünkü bu, dünyanın sonu değil. Evet bir sürü ayrıntısı var, ilgilenmemiz gereken bir sürü nokta var ama çocukları yetişkin olduğunda kendi ayakları üzerinde durabilmeleri için diyabetlerini yönetmeleri lazım. Diyabetliler, lütfen bunu en iyi şekilde yönetmeyi bilsinler, bazı püf noktalarla bu mümkün, üstelik sağlıklı beslenecekler, o yüzden bunu sıkıcı bir iş olarak algılamasınlar. Sıkıcı gelirse işin içinden çıkamazsınız, kızarsınız, didişirsiniz. Bu hayat bizim ve bize sunulmuş güzellikleri ayırt etmek, farkına varabilmek, tadını çıkarmak için sorunlara takılıp kalmamalı, onlarla başa çıkmayı öğrenmemiz lazım.
Tip 1 diyabetliyse insülin salgısını, doğru insülin dozlarını, yedikleri yemeğin yaptıkları insülini karşılayıp karşılamadığını anlayacak bir bilinç düzeyine gelsinler, bir süre sonra bunu başarıyorsunuz ve hayatınızı normal şekilde sürdürüyorsunuz. Biz dışarıdan bir salgı vererek yaşamımızı sürdürüyoruz, dolayısıyla yediklerimizle yaptığımız insülini dengelememiz lazım. Sık sık şekerimizi ölçmemiz lazım, şeker seviyemizi bilmemiz lazım. Bize önerilen her şey aslında sağlıklı yaşamın anahtarları…
Diyabetli olanlar ve olmayanlar artık beslenmelerinde mutlaka sebze, baklagiller, meyve, balık, baharatlar, belli ölçüde et, tavuk, tam buğday ekmeği kullanmalılar. Diyabetliyseniz sonraki yıllarda kötü sahnelerin kahramanı olmamanız için bunlar hayati önem taşıyor. Hem bir müddet sonra kimse sizi kandıramıyor, bazı bisküvilerde hafif yazıyor ama bir bakıyorsunuz şeker oranınıza hiç de hafif değilmiş. Şekerlerini çok sık ölçsünler, bedenleriyle yaptıkları insülini iyi ayarlasınlar. Hayat güzel ve hiçbir şey onun kadar lezzetli değil.”
İçeriği Paylaşın