Tatili Zehir Eden Durumlar
Bizi Takip Et
Ege’nin en şirin ilçelerinden birindeki yazlığımıza yaklaşırken stresten arınacağım güzel bir tatil hayal ediyordum.
Önce yedi saatlik yolculuğun yorgunluğunu duş alarak üzerimden atmak… Sonra zeytin ve iğde ağaçlarının gölgelediği terasta yorgunluk çayımı yudumlamak… Akşam da sahildeki balık lokantalarının birinde ege otlarıyla yapılan mezelerle balık yemek…
Fakat ne mümkün! Eve girer girmez, tüm hayallerim bir anda yıkıldı. Sular akmıyordu. Aksilik bu ya, bir ay önceki gelişimizde tüm damacana suları da tüketmiştik. İçmek için bile suyumuz yoktu.
Üç gündür suların kesik olduğunu, sadece beldeye geceleri su verildiğini öğrendiğimizde eşimle keyfimiz iyice kaçtı.
“Restoranların depoları onca kişinin bulaşığına, salataların, Ege otlarının yıkanmasına ne kadar yeter ki? Boşver restorana gitmeyi, biz iyisi mi birer tost, ayranla bu geceyi geçirelim” dedim.
Tatilimizin ilk akşamı işte böylesine stres dolu geçti. Oysa tatil demek, dinlenmek demek. Uykunuzu kaçıran, baş ya da mide ağrılarına neden olan sıkıcı tüm olaylardan, düşüncelerden birkaç günlüğüne de olsa uzaklaşmak demek…
Umutla beklenen, ruhsal ve bedensel rahatlamayı getireceği düşünülen tatil, bazen bizim yaşadığımız örnekteki gibi bir kabusa dönüşebeliyor. İşte, tatili zehir eden bazı durumlar:
. Kumsalda yüksek sesle cep teflonuyla konuşanlar… Yanlarında güneşlenenleri umursamadan kendi evlerinde ya da ofislerindeymişçesine yüksek desibelli telefon görüşmeleriyle gürültü kirliliği yaratanlar.
. Deniz kıyısında, havuz kenarında başkalarını rahatsız etme endişesine kapılmadan çocuğuna “Başına güneş geçecek, gel şapkanı giy” diye bağırıp duran anneler… Çocuğunun yanına gitmek yerine güneşlendiği yerden kıyıya seslenen, kendi rahatını bozmak yerine diğer tatilcilerin huzurunu kaçıranlar…
. Gezi teknelerinden mavi derinliklere yayılan şarkı, türkü sesleri…
Dalgaların sesi yerine, size saçma sapan şarkıları dinlemeye mahkum eden tekne kaptanları…
. Gittiği hiçbir yeri beğenmeyen, sürekli yakınan tatil arkadaşları..
. Devamlı oflayıp puflayan, güneşlenmekten nefret ettiğini söyleyen eşiniz… Gölgede kitap, gazete okumak, birasını yudumlayarak tekneleri seyretme zevkini yaşamak yerine, başınızın etini yiyen kocanız, karınız, sevgiliniz, tatil arkadaşınız…
. Rezervasyon yaptırdığınız otelde valizin bile zor sığdığı minicik, kir pas içindeki odalar…
. Kaldığınız otelde çalışmayan ya da yeterince soğutmayan klimalar…
. Güneşlendiğiniz kumsalda bangır bangır çalan müzik…
. Yüzerken etrafınızda son hızla cirit atan sürat motorları…
. Yorucu, yıpratıcı bir kış sezonunun ardından bir haftalık tatil için geldiğiniz yazlığınızda, akmayan sular… Tatilcileri susuzluğa mahkum edererek dinlenme hayallerini bir anda yıkan belediyeler…
. Rezervasyon yaptırdığınız restoranda sofranıza konulan ekşimiş, bozuk, bayat mezeler…
. Kaldığınız otelin yakınından denize akan kanalizasyon…
Bu listeyi uzatmak mümkün… Özellikle bireyselliğin, bencilliğin, para kazanma hırsının, doğa katliamının giderek toplumsal bir virüs haline geldiği günümüz Türkiyesi’nde…
İçeriği Paylaşın