TRT 1`de yayınlanan Seksenler dizisinde evin oğlu Ahmet karakteriyle keyifli bir sağlık söyleşisi yaptık. Şoray Uzun sağlık konusunda sınıfta kalacağını söyledi.
TRT 1`de yayınlanan Seksenler dizisinde evin oğlu Ahmet karakteriyle keyifli bir sağlık söyleşisi yaptık. Şoray Uzun sağlık konusunda sınıfta kalacağını söyledi.
Bizi Takip Et
RÖPORTAJ: Demet DEMİRKIR
TRT`de yayınlanan Seksenler dizisinde evin oğlu Ahmet karakteriyle tanıdığımız tiyatro sanatçısı Şoray Uzun ile keyifli bir sağlık söyleşisi yaptık. Sağlık karnesine 4,5`dan 5 veren Şoray Uzun, sağlık konusunda sınıfta kalacağını söyledi.
Gündemdeki sezaryen-kürtaj tartışmaları hakkındaki sorularımızı yanıtlayan tiyatro sanatçısı Uzun, “Hükümetlerin kanun yapma yetkisi vardır ama Allah bile yarattığı kişinin hür iradesine karışmıyor. Kürtaj, karı kocanın vereceği bir karar olmalı” dedi.
İki çocuğu olan Şoray Uzun, zorunluluk nedeniyle iki çocuğunun da sezaryenle doğduğunu, buna hekimin karar vermesi gerektiğini söyledi.
Hükümetin, “Tecavüze uğrayan kadınların çocuklarına gerekirse devlet bakar” söylemlerine cevap veren tiyatro sanatçısı Uzun, “Devlet tecavüze uğramış mağdur kadının çocuğuna sahip çıkma cesareti göstererek beni gözyaşlarına boğdu ama ben aynı devletten tecavüz mağduru olmayıp, dağılmış ailelerin bakamadıkları için esirgeme kurumlarına verilmiş çocuklarını tecavüzlerden kurtarmalarını bekliyorum” şeklinde konuştu.
Sigara konusunda başından geçmiş bir hikayeyi bizimle paylaşan Şoray Uzun, sigara konusunun tartışmaya kapalı bir konu olduğunu hatta sigaranın kainattan yok edilmesi gereken bir şey olduğunu söyledi.
İşte röportajın detayları…
. Size göre sağlıklı erkek nedir?
“Huzurlu, mutlu adam sağlık erkektir. Bedeni sağlığından önce keyfi yerinde olan, hayattan keyif alan herkes sağlıklıdır.”
“OTURANGİLLERLE BERABERSENİZ SAĞLIKSIZ OLUYORSUNUZ”
. Peki, yaptığınız sağlıklı erkek tanımına uyuyor musunuz?
“Yaptığım tanıma büyük oranda uyuyorum. Her zaman olmamakla beraber genelde uyuyorum.
Sağlıklı olmak için bir dönem eşimin gazıyla fitnesse merak saldım, çok yorucu bir şey. Tembel adama göre değil ama şiddetle tavsiye ederim. Bana çok iyi geldi, kendimi çok iyi hissettim. Bence insanın spor yapması, yediklerine içtiklerine dikkat etmesi lazım. Bunu kulak ardı etmemek gerekiyor. Bunları uyguladığınızda muhakkak karşılığını alıyorsunuz ama oturduğunuz yerden bu iş olmuyor, biraz emek istiyor ve bu emekten keyif de alınabilir.
Esasında bunu biraz da çevre belirliyor, oturangillerle berabersiniz biraz sağlıksız oluyorsunuz ama mesela sette Rasim Öztekin diyet yapıyor diye ben de ekmeği kestim, yemiyorum. İlker Ayrık da kendisine dikkat ediyor. Bu anlamda çevre insanı etkiliyor. Artık iş hayatımda yememe dikkat ettiğim gibi evde de dikkat ediyorum. Şekeri azalttım ama hayatımdan çıkaracağım, tuzu artık hayatımdan tamamen çıkardım. Alışkanlıklardan 40 yaşından sonra kolay vazgeçilmiyor ama benden yaşça daha tecrübeli olup da köklü alışkanlıklarını bir çırpıda silenleri görüyorum. En büyük hayranlığım ise sigarayı bırakanlara…”
. Siz sigara içiyor musunuz?
“Maalesef içiyorum. Sigarayla ilgili başımdan geçen bir olayı anlatayım; sigara yasağının olmadığı dönemde havaalanında sigara içtiğim için; “Oldu mu şimdi abi, sen televizyona çıkan adamsın seni seven insanlar var. Elinde sigarayla gördüklerinde ne düşünürler” diyen dünya tatlısı iki çocukla tanıştım. İnsanların yüzünden belli olur ya çocukların yüzünden nur akıyordu. Çok utandım.
Onlar o gece Isparta uçağına bindiler, uçağın kuyruğu bir tepeye çarptı ve o uçaktaki tertemiz ciğerleri, muazzam fikirleri, dünya tatlısı yüzleri olan o çocuklar öldüler.
Ben o gün, sigaranın içilmemesi gerekiyor dedim ama sabah 07.30 haberlerinde baktım ki o uçak düşmüş, herkes ölmüş. O çocuklar bilim adamıydı, sigaranın zararlarını hepimizden daha iyi biliyorlardı. Sağlıklı yaşamayı bizden daha iyi biliyorlardı ama bir uçak kazasında hayatlarını kaybettiler. Hayatın garantisi yok, sigara içiyorsun ve akciğer kanserinden öleceksin diye bir şey yok. Rize’de 106 yaşında bir adamla tanıştım, sigarayı 93 yaşında bırakmış.
Ama sigara konusu kesinlikle tartışmaya kapalı bir mevzu. Dünya genelinde yasaklanması ve hiç içilmemesi, kainattan yok olması gereken bir şey.”
. Kendinize sağlık karnesi verecek olursanız kaç verirsiniz?
“Kendime 10 üzerinden 4 verirdim. 4 buçuktan 5’i zorlar. Büyük ihtimal sınıfta kalırım. Kendimde kızdığım bir şey de şu: doğrusunu biliyorum ama uygulamada gevşeklik var. Sağlıklı yaşamla ilgili pek çok şeyi biliyorum, çevrem de o anlamda çok bilinçli bu nedenle ben hem şanslıyım hem şanssızım.
Şanslıyım çünkü en yakınlarımda sorduğum soruya cevap alabileceğim bilinç var; şanssızım çünkü sağlığımı koruma konusunda çok disiplinsiz olduğum için çok uyarı ve her gün eleştiri alıyorum.”
. Ne gibi eleştiriler alıyorsunuz? Ne diyorlar mesela?
“ ‘Uyu’ diyorlar, haklılar da… İşin kötü tarafı, çocuklar da beni taklit ediyor. Anne babaya uyu dediğinde, Baba eğer “Dur ya! Oturuyoruz” diyorsa; baba çocuklara “Uyuyun” dediğinde de çocuk babaya, “Dur ya! Oturuyoruz” diyor. Bu silsile bu şekilde devam ediyor.
Bir ilkokul çocuğunun 21.00’de yatması gerekiyorsa; biz 10.00’a kadar müsaade ediyoruz ama 10.00’da da uyuması gerek artık yoksa ertesi gün hoşaf oluyor. Aynı şey benim için de geçerli, sabaha karşı 04.00’de yatıp 07.00’de kalkıp çalışmaya başladığımda öğlen pilim bitiyor. Ama genetik miras diye düşünüyorum, babam da tır şoförüydü, onun da uyku anlamında standart bir şeyi yoktu.”
“80’LERDE ‘SAĞLIKLI YAŞAM’ KAVRAMI YOKTU AMA DAHA SAĞLIKLIYDIK”
. 1980’lerdeki sağlık sistemiyle şimdiki sağlık sistemini kıyaslayacak olursak size göre nasıl bir değişiklik var?
“Sağlıklı yaşam kavramı 80’lerde hayatımızda hiçbir şekilde yoktu. Uzmanlarımız yoktu, hangi otun neye iyi geldiğini bilmiyorduk fakat daha sağlıklıydık. Bazen bilmemek doğallığı getiriyor, doğallık da bir ahenk getiriyor. İşin içerisine fen girdiği zaman o zaman olumlu ve olumsuz taraflar devreye giriyor. Mesela uzun süre zeytinyağının uzak durulması gereken bir şey olduğunu bildik, sonra da zeytinyağının yağlar içerisinde en sağlıklı olduğunu öğrendik. Şimdi hayvansal yağların ne kadar uzak durulması gereken yağlar olduğunu söylüyorlar.
7 yıl gezi programı yapmam nedeniyle Anadolu’yu gezdim. Bütün uzun ömürlü insanların iç yağla beslendiğini gördüm. Bunun tıbbi bir karşılığı yok ama 80 yaş ve üzeri tüm amcalar ve teyzeler iç yağ yemiş. Halbuki uzmanlar “İç yağ yeme, ölürsün” diyor. Bu kişiler yemişler ve ölmemişler, sanıyorum bu yaşam koşullarıyla alakalı. Onlar trafikte kırmızı ışıktaki rakamı saymıyorlar, kolesterol ya da kan şekerinin düşük ya da yüksek olmasından daha önemli bir sıkıntı bu. Yanımızdan bir tane köfteci kıvamında kamyon geçiyor ve bütün egzozunu dışarıya veriyor. O amca iç yağ yiyor ama egzoz yemiyor, insanlar granül sabunla çamaşır yıkamışlar, külle çamaşır yıkamışlar… Dicle nehrinde hala sabun yerine kül kullanıyorlar. Biz neyi ne kadar koruyacağız, her şey bizim elimizde değil…
Sağlık sistemine gelince; hastaneler bizim için çok uzak diyarlardı ama dünya globalleşti, biz de kapital toplum olduk. Sağlık alanında sektörel bir patlama oldu ve özel sektörler mantardan daha hızlı bir şekilde türediler. Sanıyorum uzun vadede devlet eliyle özel sektör bir arada hizmet verecek, doğrusu da bu. Ne kadar hastane varsa toplumun bütününe hizmet etmelidir. Parası olan, olmayan gibi bir şey olamaz, birisi eğer hastaysa o iyileştirilecektir. İyileştiremeyen varsa o gidecektir ve iyileştiren gelecektir. Bunu çözemezsek her şeyin altında kalırız. İstediğinizi yapın, birisi hasta ve siz onu iyileştiremiyorsanız siz başarısızsınız demektir. Hangi toplum olursa olsun, dünyanın neresi olursa olsun kıstas budur ama bu anlamda çok ciddi adımlar atılıyor sadece özel hastanelerin katkı payları biraz pahalı, ayarlanması gerekiyor, onun da ayarlanacağını düşünüyorum.
Bangladeş’te biri hasta ve o hasta iyileştiriliyorsa orası gelişmiştir. Bize mistik gelen, çağdışı gelen şey onların ritüelleridir, geleneğidir ama o ülkede hasta iyileşiyorsa orası çağdaştır. Ne giydiği, ne olduğu önemli değildir.
Hijyen diye bir kavram girdi bir de hayatımıza, bağırsak tenyalarıyla büyümüş bir nesilden geldiğim için o anlamda çok iyi oldu. Mesela plastik konusunda Türk toplumu dünyaya ders verecek bir davranış sergiledi ve biz şimdi dünyanın plastik kullanma süresine bakacak olursak rekor bir seviyede cama döndük.
Yurtdışından bilim ithal edebiliriz ama toplumsal hayatımıza onu entegre etme konusunda kimse elimize su dökemez. Bir yerde bir şey bulunur, ertesi gün o Türkiye’dedir ve bulan adamdan daha iyi kullanırız biz onu, sadece biraz tembeliz, onu biz bulmuyoruz sürekli patent ödüyoruz.”
. 80’lere göre sizin sağlığınızda nasıl bir değişim söz konusu?
“Çok memnunum, gazyağıyla yıkanmıyoruz. Bizim zamanımızda ciddi bit salgınları vardı. Kuduzdan insan kaybediyorduk, Avrupa’da son kuduz aşısı 1. Dünya savaşından sonra yapılmıştı, bize bir dönem kuduz aşısı yetişmedi. Tifo, kolera salgınlarını çok net hatırlıyorum. 80’lerde sadece veba yoktu, onun haricinde Orta Çağ’dan kalan bir yığın hastalıkla uğraştık biz. Deri dökülmeleri, uyuz, bit salgınları, keseli kurt dökmeler vb… Bu kurtlar gaz yağı içildikten sonra dökülürdü, saçlardaki bitler de gaz yağıyla, kaynar suyla, çok sert bir tarakla dökülürdü. Erkeklerin kafası sıfıra vurdurulurdu, benim 23 Nisan fotoğraflarımda kafam hep sıfır numaradır. O anlamda bir ilerleme oldu ama biz de bilinçlendik.”
“SAĞLIKTA OTEL HİZMETİ ÖNEMLİ DEĞİL”
. Hastaneye gideceğiniz zaman özellikle tercih ettiğiniz bir kurum oluyor mu? (Özel hastane, devlet hastanesi, üniversite hastanesi ya da özel muayenehane)
“Benim için önemli olan hekimdir. Otel tadında başarısız hastaneler var; gecekondu tadında başarılı hastaneler de var. Benim için sağlıkta otel hizmeti önemli değil ama genelde o konfor bekleniyor. Ben hekimi tercih ediyorum. Özel sağlık sigortamın olması sebebiyle özel hastaneleri tercih ediyorum ama mutlu olmayıp devlet hastanesine teyit almaya da gidiyorum.”
. İki çocuğunuz var, gündemde de sezaryen ve kürtaj tartışmaları çok tartışılıyor. Sizin çocuklarınız sezaryenle mi normal doğumla mı doğdu?
“Sezaryenle doğdular. Büyük çocuğumda bu bir zorunluluktu çünkü anneyi zehirleme olasılığı vardı. Bizim başından beri istediğimiz normal doğumdu, doktorumuz da normal doğum diyordu. Fakat doğum zamanının üzerinden bir hafta geçti, neredeyse 9 ay 20 güne yaklaşıyordu. Çocuk dışkısını yapabilecek aşamaya gelmişti. Doktorumuz, “Bebek dışkısını yaparsa anneyi zehirler” dedi ve sezaryenle alındı. İkinci çocuğumuzda da normal doğum istedik ama onda da sezaryen yapıldı.”
“TECAVÜZE UĞRAYAN KADININ ÇOCUĞU YERİNE; ÇOCUK ESİRGEME KURUMUNDAKİ ÇOCUKLARA OLAN TECAVÜZ ÖNLENSİN”
. Peki, gündemdeki sezaryen ve kürtaj tartışmalarına gelecek olursak siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
“Sezaryen ve kürtaj tartışmaları konusunda iki şey düşünüyorum. Birincisi, bu işlerin uzmanı hekimdir. Sezaryen mi normal doğum mu buna doktor karar veririr onu ben bilemem ama daha konforlu diye onu hastaya bırakırsanız bu doğru olmaz. Adı üzerinde birisi normal doğum, diğeri cerrahi bir operasyon.
“Bebek sezaryenle daha rahat doğuyor halet-i ruhiyesi çok iyi oluyor” gibi bir inanış var. Beethoven sezaryenle mi doğdu da o kadar beste yaptı, Mustafa Kemal sezaryenle mi doğdu da Anadolu’dan düşmanı kovdu. Bunun doğum şekliyle alakası yok.
Kürtaj konusuna değinecek olursam; bence buna kürtaj olacak ya da olmayacak kişi karar verir, buna başka kimse karar veremez. İstenmeyen gebeliğin sonlandırılmasına karı koca karar verir ama karı koca isen de çocuk istemiyorsan onun önlemi kürtaj değildir.
Hükümetlerin kanun yapma yetkisi vardır ama hükümetin kişi vicdanı üzerinde bir tahakküm oluşturma gücü yoktur. Sadece hükümetlerin değil; kainatta Allah dışında hiçbir mercii buna karışamaz ki zaten Allah bile yarattığı kişinin hür iradesine karışmıyor.
Din adına bazı kısıtlamalar getirmek risklidir, birincisi tıbbi gereklilik var ve onu hekim bilir. İkincisi, sosyal problemler olabilir onu da ailenin kendisi bilir. Ama Asıl olan gebe kalmamak, tecavüze uğrayan kadın çocuğunu aldırmalı mı aldırmamalı mı bu soruda iki konu var. Dini açıdan değerlendirecek olursak; neye tabi olacağımızın altının çizilmesi lazım, Hanefi mezhebine göre cenine 40 günlükken ruh üfleniyor yani çocuk 39 günlüğe kadar alınabiliyor. Diğer mezheplere göre bu süre uzuyor ya da kısalıyor. Biz burada neyi kıstas alacağız, bu konudaki uzman kim? Bu şartlar altında kürtaj yaptıracak kişi Şii ise ne yapacak? Bu konuda her şey muğlakta… Bunun adının konması lazım.
Son derece gereksiz bir gündem, konuşulacak en son şeylerden biri… Amerika bunu yıllardır konuşuyor, bir de seçimler yaklaşınca konuşuluyor. Amerika bunu çözemedi, dünya da çözemedi. Katolikler diyor ki, “Kürtaj olmayın” Protestanlar diyor ki, “Kürtaj olabilirsiniz”
Benim naçizane tavsiyem, devlet tecavüze uğramış mağdur kadının çocuğuna sahip çıkma cesareti göstererek beni gözyaşlarına boğdu ama ben aynı devletten tecavüz mağduru olmayıp, dağılmış ailelerin bakamadıkları için esirgeme kurumlarına verilmiş çocuklarını tecavüzlerden kurtarmalarını bekliyorum. Tecavüze uğramış kadının çocuğuna sahip çıkmadan önce çocuk esirgeme yurdundaki çocuklara olan cinsel istismarı engelleyelim, tecavüz mağdurlarının çocuklarına bakılır bakılmaz o sonraki aşama. Bizim önceliklerimiz farklı, sonlarda yer alan bir sorunu en başa getiriyoruz.”
İçeriği Paylaşın